ağrılı eller, yanmış boğazlar

125 20 0
                                    

hava serindi. hafif rüzgâr çalınıyordu yüzüme. işaret parmağımla oturduğumuz yerden biraz uzakta, bir toprağın kenarında duran güvercini gösterip, "bana onu getire bilir misin?" diye mırıldandım uzun bir sessizliğin ortasında.

kaşlarını çattı, gözlerini gözlerime değindirdiğinde bakışları korkutucu geldi aniden. sonra yumuşadı. "elbette," dedi, "elbette, karanfil."

ayağa kalkıp güvercinin yanına yakınlaştığında, gülümsemem yüzüme yayıldı. "aptal," dedim kendi kendime. "ellerini yakacaksın, aptal."

kuş, ânsızın biraz öteye uçtuğunda, Bay Süleymanov vazgeçmedi, yine yamacına yanaştı. ellerini uzatmıştı ki, usul bir ağrı ile geri çekti.

beynimin içinde dönüp duran güneş vâkitsizce yerini usul bir akşama bıraktığında, sol gözümde güneşli bir sabah, sağ gözümde soğuk bir akşam canlanıyordu. ikisinde de Süleymanov, korkusuzca ellerini bir güvercinin boynuna geçirmeye çalışıyordu.

fonda bir bebek ağlıyordu. bir baba bağırıyordu. Süleymanov kuşu, boğazından yakalıyordu. ellerine ağrı sızıyordu ve..

"karanfil," diye bağırdığında gözlerimi gözlerine geçirdim. "boyunları yangın yeri gibi." gözlerini kıstı, güneş yahut da akşam lambâsı gözünün üzerine düşüyordu. kafası karışmıştı. "kanatlarını tutsam, ezilirler değil mi?"

"başım dönüyor," diye mırıldandım, "başım dönüyor, doktor."

yanımda belirdiğinde gözlerim kararıyordu, "o kuşu incittin." dedim titreyen nefesimle, "o kuşu incitmemeliydin, doktor."

üç mart,
iki bin yirmi bir,
21:23

gün ışığına sinen kadının boğazına sancan kurşuni gül gövdesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin