Selamlar ben geldim..:XD yeni bir bölümle daha karşınızdayım.. paylaştığım müziklerle okuyabilirsiniz... Fotoğraftakiler Enes ve Devrim
Bölüm sonu görüşürüz..:XD****
Bazen ağır gelirdi nefes almak. Düşünmek bile bir ağrıya neden olurdu boğazınızda. Düşünmeseniz de ayrı dertti ya. Öyle değil miydi ama? Ne hissettiğinizi biliyormuş gibi kendilerini görmeden yargılayan insanlarla çevrili değil miydi etrafımız? En yakınlarımız, komşularımız, arkadaşlarımız hatta ailemiz... Tek bir hata da en büyük günahkar seçilmek kaçınılmazdı. Etrafımızda kaç kişi bizi olduğumuz gibi kabulleniyordu? Saydık mı hiç? Dışlamak kolay olandı. Doğru yada değil, yanlış yapmış olsan da olmasan da, kaç kişi sahiden kendini değil de sizi düşünerek yargılıyor, yada öğüt veriyordu?Kimin doğrularını yaşıyorduk biz?
Lakin öyle değildi Devrim. O kendi doğrularını yaşıyor ve yazıyordu. Toplumun değer yargılarına göre değil davranmak, kendi yargılarını topluma yansıtıyordu. Öylesine bir gücü elinde tutmak için bir bedel ödemiş miydi, yoksa bu ona doğuştan mı hediyeydi bilmiyordu? Bunu kendisinden başka bilen yoktu. Yaptıklarının doğru yada yanlış olmasını umursayacak bir havada değildi artık Enes.
Zira şuanda o, umursaması gereken bir başka çıkmazın içindeydi. Öyle ki bu boşluğun ortasında ne kadardır oturuyor saymamıştı. Öylece bakıp kalmıştı Güven'in ardından. Onun hayaletini izliyordu saatlerce. Birini aramak aklına bile gelmemişti ta ki çalan bir telefon sesi duyana dek. Derin bir nefes alırken arayan kişiye baktı ve yorgun gözlerini kıstı.
"Edebiyatçı..." Dedi neşeli ses. "Neredesiniz?"
Devrim'in sesini duymak öfkelendirmeliydi kendisini ama o bom boş hissediyordu. Sessizce beklerken Enes, bir kere daha duydu onu.
"Neredesin?" Dedi bu sefer otoriter ses.
"Bilmiyorum." Diyebildi diğeri.
"Bana konum at." Dedi bu sefer sesi endişeden çok neredeyse kızgın çıkıyordu.
"İstemiyorum."
"Enes. Beni zorlama. Seni bulacağımı biliyorsun."
"Cehennemdeyim Devrim. Buraya konumsuz da gelebileceğine eminim." Derken hırsla kapattı telefonu.
Değil konuşmak, yüzünü bile görmek istemiyordu onun. Oturduğu taşın üzerinde öylece sonsuza kadar kaybolmak istiyordu. Ellerini dizlerine dayayarak başını önüne düşürdü. Ne zamandır böyle hissettiğini bile bilmiyordu. Kızgındı. Herkese kızgındı. Kurallarına, yargılarına, öfkelerine, sevgilerine, düşüncelerine. Sahi düşünüyor muydu Güven kendisini? Biraz olsun düşünse, böyle çekip gider miydi? Hayır, sizi sevdiklerini, düşündüklerini söyleyenler bile bencildi. Çünkü insanları en çok onlar incitiyordu.
Titrediğini hissederken gözlerinin önünden okuldaki anılar geçti. Kış mevsimiydi. Devrimle aralarının limoni olduğu bir gün vardı. Güven harıl harıl yanına gelirken okulda bir iki kere takıştığı bir çocuğun hakkında ileri geri konuştuğunu söyledi ve ellerinde sopalarla okulun arka tarafında beklediklerini de ekleyince, onları Veysel'in tuttuğunu hemen anlamıştı Enes. O tek başına gitmeye karar verse de, bir adım yanından ayrılmamıştı Güven.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehr-i SERMEST
RomanceBir bakış ki kudreti hiç bir lisanda yoktur, Bir bakış ki hem şifa, hem zehirli ok tur Demiş faruk Nafız. Enes, bir edebiyatçı gözüyle bu kelimelerin ne manaya geldiğini böyle derinden hissetmemişti o vakit, ta ki zehrin kendisini görene kadar. Ya...