Her gün okula giderken araba camının arkasından gördüğüm yüreğimi burkan çocuk. Önceleri çok umursamadığım, ışıklarda durduğumuzda kirlenmiş elindeki, birkaç kâğıt mendille hüzünlü bakışını hiç unutamayacağım akranım.
Yağmurlu bir günde yine karşılaştım onunla. Babam arabayı kullanırken ıslanan camın üzerindeki damlalar arasında yolda gördüm onu. Aylar sonra suskunluğumu bozup babama sordum.
- Babacığım, biliyorum. Sen karşısın çocukların çalışmasına ve onlara para vermeye. Fakat acaba sokaktaki çocuk için bir şeyler yapabilir miyiz?
Babam yanıtladı beni, :
- Onlara para vermek onları daha fazla çalıştırmak anlamına gelir. Çocukların zorla çalıştırılmalarını engellemek için yardım etmemeliyiz, dedi.
Bence söyledikleri mantıklıydı. Ama insanın yüreği bu gidişatın ters olduğunu ve yapılabilecek bir şeyler olabileceğini düşünmek istiyor. Ben bunları hissederken keşke zengin olsam ve o çocuklara yardım edebilseydim diye üzülüyordum. Belki güzel bir ev alabilirdim ya da iyi bir okulda yatılı okutabilirdim onu. Yol bittiğinde akranım da aklımdan uçup gitmişti. Dersime yetişebilmek için koşarak okuluma gittim.
Günler hatta aylar geçti. Koskoca bir kışı geride bırakmıştık. Bahar insanları canlandıran gün ışığıyla umut saçıyordu tüm şehre. Sabah uyandığımda anneme güzel bir tatil gününü kaçırmamamız gerektiğini söyledim.
- Ne yapalım öyleyse?
- Anneciğim Ayfer teyzeyi arayalım. Ferda ile beraber parkta oynayalım.
Annem kabul etti söylediklerimi. Ayfer teyze arandı. Arkadaşım Ferda telefonda havalara uçtu. Böylece parka gitmeye ve orada piknik yapmaya karar verildi.
Hazırlıklar tamamlandı. Poğaçalar, kekler, sandviçler. Arabaya bisikletler yerleştirildi ve yola koyulduk. Park gayet güzel bir yerdeydi. Portatif masamızı, sandalyemizi çimenlerin üzerine yerleştirdikten sonra ben ve Ferda bisikletlerimize atlayarak parkta bir tur atmaya başladık.
Bir süre mutlu mesut giderken hızlanmak istedim. Öyle öyle hızlandım ki bisikletle. Her nesne hızla yanımdan akıyordu sanki. Bir anda Ferda'nın sesini duydum.
-Dikkat et. Çarpacaksın! , demesine kalmadan çok kötü düştüm.
Ben neler olduğunu anlayamadan bir el uzandı ellerime. Ferda'nın eli diye düşünürken ellere baktım. Bu benim daha önce de gördüğü kirli ellere benziyordu. Kafamı kaldırdığımda kendisini sık sık gördüğüm mendilci çocukla karşılaştım. Elimi vermekle vermemek arasında kalmıştım ki uzatılan eli geri çevirmek istemedim. Çektiği gibi kaldırdı beni. Sağıma soluma baktım pek önemli bir şeyim yoktu. Teşekkür ettim kendisine. Oradan uzaklaşırken gözlerinin bisiklete baktığını gördüm. Bu esnada Ferda da yanımıza gelmişti. Bir an duraksadıktan sonra daha önce bisiklete binip binmediğini sordum.
-Evet dedi. Ama bu kadar yenisine hiç binmemiştim.
-Binmek ister misin?
-Bilmem. İzin verir misin? Annen kızmasın.
-Hayır. Neden annem kızsın ki benim bisikletim, dedim.
Elindeki mendilleri bana verdi. Bisiklete atladığı gibi parkta tur atmaya başladı. Bir tur attıktan sonra çekinerek yanıma geldi. İsterse bir daha binebileceğini, mendillerinin bende güvende olduğunu söyledim. Bana ilk kez gülümsedi ve gülerek bisiklete tekrar bindi. O gülerek bisiklete binerken bir insanın mutluluğunu izlemenin ne kadar güzel bir duygu olduğunu düşündüm. Mutlu olmak güzel bir şeydi fakat birini mutlu etmek de güzel ve rahatlatıcı bir duyguydu. Arkadaşım bisiklet turunu tamamladıktan sonra yanıma gülerek geldi. Arkadaşım diyorum çünkü artık arkadaş olmuştuk. Adı Osman'dı. Hep beraber Ferda, Osman ve ben mendilleri, bisikletleri taşıyarak annemlerin yanına gittik. Onlara Osman'ı tanıştırdık. Beraber evden getirdiğimiz sandviçleri, kekleri ve poğaçalarımızı yedik. En çok meyve suyu seviyormuş onu öğrendik. Annem para verdi. Yandaki büfeden meyve suyu alıp gülerek içtik. Kameramı çıkartıp öz çekim yaptık. Böylelikle bu günü hiç unutmayacaktık.
Osman mendil satmak zorunda olduğunu çünkü başka yolu olmadığını anlattı. Babası işe girebilirse belki tekrar okula dönebileceğinden bahsetti. Babasının işe girebilmesi için dua edeceğimi şimdilik başka bir şey yapamadığımı anlattım. Ama çok çalışıp büyüdüğümüzde benim ve onun gibi arkadaşlarımın büyüklerin yaptığı hataları yapmayacağımızı ve yardıma ihtiyacı olan kimse kalmayıncaya kadar uğraşacağımız sözünü verdik.
Yine de büyük sorunlarına rağmen bugün mutlu edebilmiştik onu. Oturduk, oyunlar oynadık. Tekrar görüşmek üzere vedalaştık kendisiyle.
Güzel bir gün geçirmiştik. Arabalara atladık. Evin yolunu tuttuk. Sonra ben Sefiller kitabını hatırladım yol boyunca. Öğretmenim iyi ki okutmuştu o kitabı. Bazen bir insanı mutlu edebilmek için bir gülüş ya da bir dokunuş yeterdi.
Bir gülüş ya da yumuşak bir ses tonu bu dünyada bir insanın iyi olmak için gayret etmesine sebep olabilirdi. Yani biz insanlar belki de İlahi bir dokunuşun aracısı olabilirdik biraz uğraşıyla. Babam yanılmıştı bir gülümseme bile yeterdi bazen.
Bahar bitti. Birkaç kez daha gördüm Osman'ı. Gördüğümde hep el salladık birbirimize. Gülümsedik sevgiyle.
Bir müddet sonra görmez oldum Osman'ı. Bence duam kabul oldu ve babası işe girdi. Osman bizim gibi okul sıralarında artık. Umarım hayat boyu en az benim onu sevdiğim kadar sevmiştir. Umarım hayat hepimizi çok sever.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülümseyen Gözler
Kısa HikayeÖzgür Pencere Öykü Yarışması'nda jüri özel ödülü alan hikâye.