Alfa Timi sırtlarını duvara yaslamış, Hayaletin yarım saattir koşuşunu izliyorlardı. Kutay Komutan, Plevne de kendisine karşı yaptığı baş kaldırma eylemi ve söylediği sözler yüzünden Hayalete ceza veriyordu. Koşmaktan sırtı bükülen, bacakları tutmayan Hayalete döndü komutan. “Şimdiden yoruldun mu?”
“Hayır Komutanım!” nefes almakta bile zorlanırken koşmaya devam ediyordu. “Dur” emri geldiğinde yere yığıldı ve derin bir oh çekip sırt üstü yattı gökyüzüne bakarak. “Allah’ım sana kurban olayım ne olur al yanına beni!”
“Yalvarma gel buraya!” Komutanın sesi ona karşı uzun süreden sonra ilk defa bu kadar sert çıkıyordu. Hatasını anlamıştı ama çok geçti. Yine de pişman değildi yine olsa yine yapardı.
Zar zor kalkıp komutanın yanına gitti. “Herkes işine dönerken sen sadece izleyeceksin. Operasyon, eğitim fark etmez, hiçbirine katılmayacaksın.” Duyduklarıyla gözlerini sonuna kadar açtı. “Ne? Hayır komutanım!”
“Ben dediğimi dedim Hayalet.” Derin bir nefes aldı. “Emredersiniz komutanım.”
“Komutanım,” Beta Kurtarma Timinden Yarasa’nın sesini duyunca Hayalete olan ilgisini kaybetti ve Yarasa’ya döndü. “Ziynet?”
“Umay Üsteğmen sizi çağırıyor.” Saniyelik Hayalete baktı ve komutanına geri döndü. “Tamam, çekilebilirsin.” Başını salladı ve birkaç geri adım atıp hemen uzaklaştı oradan.
Umay, tek olduğu odada bir sağa bir de sola hareket ediyordu. Eline bir mektup ulaşmıştı ve bu mektup onu aşırı tetiklemişti. Aslında Komutanlarıyla konuşması gerekiyordu ama en azından kendini rahat hissedebileceği biriyle konuşmak ona daha cazip gelmişti. Kutay kapıyı çalmadan girdi içeriye. “Üsteğmenim”
Umay başını kaldırdı ve Kutay’a tereddütle baktı. “Komutanım...” Kutay kapıyı kapatıp yanına ulaştığında, konuşmasına izin vermeden eline tutuşturdu kendisine gelen mektubu. “Bu mektup ne?” elindeki mektubu evirip çeviriyordu. “Sizi bunun için çağırdım komutanım. Birinden geldi.” Kaşlarını çatarak Üsteğmenin yüzüne baktı. “Geveleme ağzında olan biteni teğmen. Kimden geldi, ne yazıyor, söyle.” Göz temasını bozarak başını tekrar indirdi Umay. “Atanas Gruev. Çok yakında tekrar karşılaşacağımızı ve bu sefer onu asla durduramayacağımızı söylemiş. Okuyun komutanım...” Mektubun zarfını açtı ve zarfı bir köşeye fırlatıp mektubu okumaya başladı elindeki mektubu sıkarak.
“Umay, Umay, Umay...
Gölgenizde uzun süredir gezindim. Her adımınızı, her nefesinizi takip ettim. Şimdi sıra sizinle birebir yüzleşmeye geldi. Gücünüz bitmek üzere.
İlk gelişinizde kaçtım, evet. Ama size şimdi daha yakınım. Sizin için karanlık bir gece hazırladım. Uykunuzda bile rahat etmeyeceksiniz.
Artık kaçışınız yok. Nereye giderseniz gidin, her yerde sizi bulacağım. Hazır olun, tekrar Bulgaristan’ın kölesi olacaksınız!
Atanas Gruev.”
“Bunu Albay ile konuşacağım. Sen sakin ol tamam mı?” tereddüt etse de başını salladı sessizce. “Bizi asla kölesi yapamazlar. Ne zaman gördün Türk’ün köle olup başını eğdiğini?” mektubu katlayıp cebine koydu. “Aşağıya gel.” Dedikten sonra önden çıktı komutan.
Koşudan bir saat sonra Yarbay, Alfa Timi ve Beta Kurtarma Timine Operasyon sonrası moral için eğlence planını Yüzbaşıya iletmişti. Ortamı ayarlamak için iki Tim de ayarlanan alana geldi.
“Manda yuva yapmış söğüt dalına, aman aman. Yavrusunu sinek kapmış, gördün mü? Tiridine bandım amanın amanın amanına üff” sıkıldığı için söylemek istese de en sonunda vazgeçti. Ceza aldığı için, herkes bir şeyle ilgilenirken, Hayalet orada öylece durmak zorunda kalıyordu. Yosun Üsteğmen Fevzi’yi görünce gülümsedi ve yanına gidip oturdu. “Neden burada öylece oturuyorsun? Ceza mı aldın?” Başını salladı sessizce. “Ne olursa olsun komutanına karşı gelmemelisin.” Elini omzuna koydu. “Yine de beni koruduğun için teşekkür ederim.”
Yüzbaşı Kutay onları böyle görünce, hemen Hayaleti yanına çağırdı. “Taşı şu masayı Umay Teğmenin” yine yanlış söylediği için duraksayıp gözlerini kapattı birkaç saniyelik. “Üsteğmenin yanına.” Diye devam ettirdi daha sonra. Başını salladı ama tekrar komutanına döndü. “Üsteğmen derken komutanım?”
“Yeni rütbesi.” Hayalet masayı ikiye böldü ve kolunun altına sıkıştırdı. Komutan onunla ilgisini kesince Umay Üsteğmenin yanına adımladı.
“Rütbeniz için tebrik ederim Üsteğmenim.”
“Teşekkür ederim Hayalet.” Dedi Umay ilgisini pek vermeden. Bir süre sonra her şey hazırdı. Arkada şarkılar çalıyordu. Balta kumandayı ele geçirdi ve iki Tim’e döndü. “Ne diye oturuyoruz? Gelin de bir horon yapalım.”
“Tepmek mi çekmek mi deniyordu ona?” dedi merakla Siber. “Ne bileyim oğlum? Gelin hepiniz yapalım işte.” Önündeki laptopta “Çirkini Alır mıyım” açmış ve sesi sonuna getirmişti.
Herkes yerini alırken Umay ve Kutay yan yana gelmişti. Aslında Ejder bunu bilerek yapmış ve Kutay’ın diğer yanına geçmişti. Umay’ın diğer yanında ise Pusu vardı.
Balta’nın başlatmasıyla birlikte, iki Tim’in erkekleri bir ağızdan söylemeye başladılar bir yandan da oynamaya başlarken. Kutay’ın gözleri, söylemeye başlarken Umay’ın üzerinden hiç ayrılmadı.
“Seni gördüm beğendum Gönül penceresinden
Anla beni ne olur Yüreğumun sesinden
Çirkin-çirkin kızlarun Tutar miyim elini
Ya seni alacağum Ya senden güzelini”
Daha bir sürü şarkıda dans ettiler. Bu zamanlar da ki en eğlenceli anlarıydı. Ama bilmiyorlardı ki, bu eğlence bazıları için son olacaktı.
Eğlencenin son saatlerinde Pamir yanlarına koşarak geldi. Nefesini düzenlemek için bacaklarından destek aldı. “Delal komutanım!” diğer komutanlarını da fark edince hepsine selam verdi. “Lojmana saldırı olmuş. Bazı asker eşleri rehin alınmış ve maalesef rehineler arasında eşiniz Menekşe Hanım da var.” Duyduklarını idrak etmeye çalışırken kaşlarını çattı Delal. “Ne demek rehineler arasında?”
Delal’e cevap vermeden Yüzbaşı’ya döndü Pamir. “Albay Şahin sizi bekliyor komutanım.”
Yüzbaşı başını salladı ve hızlıca alandan uzaklaşıp, kendisini çağıran Albay’ın odasına gitti. Kapıyı tıklattı ve birkaç saniye sonra girmesi için izni duyduğu gibi kapıyı açıp içeriye girdi. Selam verdi ve aralarında masa bırakarak Albayın önünde durdu. “Beni emretmişsiniz Komutanım.”
“Evet Kutay, geç otur.” Albayın emriyle oturdu ve ona döndü.
“Öğrendiğin gibi Lojmana saldırı olmuş ve Kurt’un eşi rehineler arasında. Bu saldırıyı kimin yaptığını bilmiyoruz. Bu yüzden bunu öğrenmek ve saldıranı durdurmak sizin göreviniz. Biliyorum, hâlâ yorgunsunuz Bulgaristan’da ki operasyondan sonra ama bunu ancak siz yapabilirsiniz.” Başını salladı sessizce ve Umay’a gelen cebindeki mektubu çıkardı. “Ben bunu kimin yaptığını çok iyi biliyorum Albayım.” Mektubu Albayın önüne sürükledi. “Umay Üsteğmene gelen bir mektup. Sabah beni yanına çağırdı ve bunu okumamı söyledi. Bende size bunu göstermek için getirecektim ama çoktan yapacağını yapmış.” Albay mektubu eline alıp okudu ve mektubun üstünden Kutay’a baktı.
“Ne yapacağını biliyorsun Yüzbaşı. Bunlara kullandığın her kurşun helal olsun. Biri bile canlı kalırsa, bu zamana kadar senin için yaptığım her şeyi haram ederim, anlaşıldı mı?” Yüzündeki gururla baktı Albayına. “Emredersiniz Komutanım!” tam kalkacağı sırada Albay durdurdu. “Ve eğer birinden hoşlanıyorsan bunu ona açıkça belli et. Elinden kayıp gitmesin.” İlk şaşırarak baksa da Albayın anladığını biliyordu. Başını salladı ve çıktı odadan.
Bahçeye ineceği merdivenlerdeyken Timine baktı. “Kurtlarım, hazırlanın lojmana gidiyoruz!”
Lojmanı kurtarmak için tekrar operasyona çıkarken Kutay, Umay’a döndü ve derin bir nefes alarak, ona sadece kendinin sesleneceği bir lakap ile sordu. “Bana diyeceğin bir şey var mı Ayzıt?” O anda Umay’ın yüzünde ki hafif bir tebessüm, belli belirsiz fark ettirdi kendini. Çünkü Umay Ayzıt’ın anlamını biliyordu. Kutay’ın bunu bilerek ona seslenmesinden dolayı, bir hayli afsunlandı. Daha sonra Yüzbaşının gözlerine çıkardı bal rengi, ay ve yıldız gibi parlayan gözlerini. “Tengri Türk’ün yanındadır. Vatan sağ olsun Yüzbaşım.” Kutay gülümsedi ama hâlâ içinde bir yerlerde başka bir şey duymak istiyordu. Askeri araca yöneldi. Köşede, Tim’den uzakta hazır ama tereddütlü Hayaleti kestirdi gözüne. “Ne duruyorsun kazık çakılmış gibi? Binsene araca!” Hayalet kendine ithafken söylenen sözlere karşı hemen Tim’inin yanına gitti.
Yüzbaşı askeri araca binecek iken durdu ve tekrar döndü Ayzıt’ına. Komutanlarının durmasına şaşıran Tim afallasa da, komutanları binene kadar binmediler araca. Ejder ile göz göze geldi Kutay. Sonra da hiç beklemeden Umay’ın dibinde bitti. “Bana başka bir şey daha söyle Ayzıt.” Dedi ihtiyaçla. Onlar için her çatışma bir ölüm kalım mücadelesiydi. “Ne duymak istiyorsunuz Yüzbaşım?” Albay Şahin’in onları dinlediğini bildiğinden sessizce konuşmuştu. “Beni sevdiğini söyle. Senden duymak istiyorum.” Bütün açıklığıyla söyleyiverdi komutan. Umay gülümsedi ve komutana yaklaşıp fısıldadı. “Size ancak bir Türk kadınının aşkını itiraf edeceği cümleler ile anlatabilirim aşkımı.” Balta konuşmayı duymaya çalışsa da başaramadı. Bütün Tim hatta bütün BATUT üssü onları bekliyordu ve kimseden bir nefes sesi dâhi duyulmuyordu. Bir şiir dinler gibi hissetti Kutay, Umay konuşmaya başlayınca. Tane tane diziyordu kelimelerini Umay. “Mecnun olma, Ferhat olma bana. Leyla olamam, Şirin olamam sana. Sen bana Atsız ol, ben sana Asya. Ruhlarımız buluşsun Tanrı Dağı’nda.”
Umay’ın yanağını kavradı ve elinin yanında küçücük kalan yüzü okşadı baş parmağıyla. “İsterse bütün dünya karşımda dursun, ille de sen demezsem namerdim!” dedi normal hâlinden biraz daha sesli bir şekilde, bütün Batut karargâhının önünde.
Aslında derdi karargâhın içindekilerin duyması değildi. Onun tek derdi Binbaşı Asi’nin onların aşkına tanıklık etmesiydi. İçine oturmuştu bir kere. Asi’nin kimi kime bıraktığını, bıraktığı kişinin ne kadar çok sevildiğini görmesini sağlayacaktı. Beklediği gibi de oldu. Orada öylece duran Asi, arkasını dönüp uzaklaşmıştı. Yüzünde bir sırıtma ile Umay’a döndü komutan. “Senin için geri geleceğim.” Alnını öptü Üsteğmenin. Daha sonra yavaş adımlarla geriye gitti ve askeri araca bindi. Tim de arkasından araçta ki yerlerini aldıklarında, araç hareketlendi.
Lojmanın yakınına geldiklerinde araç durdu ve bütün Tim araçtan indi. Kutay bütün Tim’i sıraya dizdi ve hepsine tek tek baktı. “Şimdi diyeceklerimi, yüksek sesle, her ibneyi vurduğunuzda tekrar edin.” Epey sinirli görünüyordu.
Sinirliydi çünkü gelmeden önce ona verilen bilgi de, lojmana saldıranların kadınları hedef almasının sebebinin, Türklerin soyunu kurutmak istemeleri olduğunu öğrenmişti. Ve bir de bütün Türk milletlerini ilgilendirecek Turan konusunda atıp tutmalarıydı.
“Yaşasın Türkoğlu, yaşasın Turan!” Bütün Tim tek ağızdan, yüksek sesle tekrarladı. “Yaşasın Türkoğlu, yaşasın Turan!” Kutay yüzünde nefret dolu bir ifade ile baktı. “Aferin aslanlarım!”
“Sağ ol!” Hepsi hazır ol da bekliyordu. Elleri silahlarında, gözleri karşılarında duran Komutanlarındaydı. Tek bir cümle duyuldu ve her şey o an başladı. Artık Atanas’ı dünya cehenneminde karşılamaya yönelik hareket etmeye başladılar. Dünya cehenneminin yedi iblisi geliyordu. Kutay’dan gelen tek bir cümle bunu başlatmıştı; Çatışma sonunda yakın leşleri!
Tim silahlarına sarılmış, önde komutanları arkada ise kendileri yürümeye başlamışlardı. Lojmana girdiklerinde, kendilerini fark eden teröristler tarafından ateş altına alındılar. Hayalet bunu önceden fark ettiği için, yanındaki Tim arkadaşlarını iki yana itti ve kendisi de kenara gidip bir yerin arkasına saklandı. Kurşunları bitmesin diye sadece atmaları gereken yerde atıyorlardı. Uzun bir süre çatıştılar ama kimse saklandığı yerden çıkmak istemiyordu. Herkes, buraya geldiklerinde dedikleri gibi, kimi vururlarsa bir ağızdan; “Yaşasın Türkoğlu, Yaşasın Turan!” diyordu. Lojman çatışması içerisinde Ejder üzerlerine ateş açan teröriste sinirlendiği için aşırı hırslanmıştı, bu yüzden gözüne kimi kestiriyorsa vuruyordu. “Orospu çocuğu, yiyeceksin şimdi el bombasını!” Bir süre daha böyle devam etti fakat sonra, kurşun değiştirmek için güvenli bölgesine geri çekilmek zorunda kaldı. Kutay ve Kurt aynı anda yerlerinde kıpırdandılar ve iki ayrı yere doğru saklanarak uzaklaştılar. “Nereye gidiyor bunlar?”
Siber’in sorusuna başını olumsuz salladı bilmediğini belirtircesine ve bir komutanının bir de Kurt’un arkasından baktı Yiğit. Kurt kendisine bakan Yiğit ve Siber’i eliyle yanına çağırırken, Kutay da çatışmaya devam eden Hayalet ve Balta’yı yanına çağırdı fısıldayarak. Ejder ortada kalan tek Tim üyesiydi. Küçük bir duvarın arkasına saklanmıştı. Kutay, Ejder ile göz göze geldi. Arabada gelirken konuştukları planı hatırladı Candar. Başını salladı hafifçe sonra da Kutay’ın sesini dinledi. “Üç diyince!” Daha bir saniye beklemeden devam etti. “Üç!”
Candar el bombasının pimini çekti ve biraz uzağındaki terörist toplumunun ortasına fırlattı.
Bu onlara, lojmanın içerisine girme imkânı tanıdı. Dışarıda nöbet tutan teröristlerin çoğunluğu, bombanın etkisiyle parçalanmıştı. Kutay ve Kurt eşliğinde lojmanın kapısından içeriye girdiler. Olası tehlikeye karşı iki bölüme ayrıldılar ve bir bölüm üst kata çıkarken, diğer bölüm alt katı arayacaktı. Kurt kendi içinde savaş veriyordu. Eğer Menekşesine bir şey olduysa, kendini asla affetmeyecekti. Tim, telsizlerini tek tek açmaya başladı. Böylelikle birbirleriyle iletişimde olabileceklerdi.
Alt katta kalan Kurt ve diğerleri, etrafı kolaçan ediyor ve kendilerinden farklı bir hareket tespit edince, ikinci hareketi yapmasına izin vermiyorlardı. Üst kata çıkan Kutay ve diğerleri ise, hem Menekşe’yi arıyor, hem de lojmanı bu pisliklerden temizleyip, diğer kadınları kurtarmak için de hareket ediyorlardı. Şu anlık kimseden – çatışma harici – bir ses çıkmıyordu.
“Devrem, koru beni.” Olduğu yere çöktü ve tabletini çıkartıp, nerede olabileceklerini öğrenmek için bilgileri girdi. Bir duvarın arkasında olsa dâhi, arkadaşlarından gelen bir anlık dalgınlık sonucu vurulabilirdi. Yiğit ve Kurt, Siber’in etrafını çevreleyip, onu güvende tutarak etrafa bakınmaya devam ettiler. Hiçbir yerden açık vermemek için birbirlerinin etrafında dolanıp, Siber’i sarmalıyorlardı. Çünkü, küçük bir açıklık bile sonunu getirebilirdi. Gördüğü şey ile telsizini eline aldı ve boğazını temizleyip konuştu. “Siber’den Katliam Eri’ne, beni duyuyor musunuz komutanım?” Kutay duysa da, şuan çatıştığı için cevap vermedi. Yine de devam etti Hakan; “En üst katta, koridorun sonunda ki yirmi üç numaralı dairenin içerisindeler.”
Kurt, o an nasıl uzaklaştığını bile bilmiyordu. Hiçbir önlem almadan, Siber ve Yiğit’i korumayı bırakıp, olabileceği en hızlı şekilde merdivenlere koştu.
“Kurt!” Siber tableti çantasına sıkıştırdı ve silahını alıp, arkasından giderek ona yetişmeye çalıştı. Yiğit ise iki komutanını da takip ediyordu. İkinci katta, teröristleri temizleyen diğer Tim üyelerinin dikkatini, koşarak üst kata çıkan Kurt çekti. “Erem?” Kutay kaşlarını çattı ve Erem’in arkasından koşarak gelen Hakan ve Yiğit’e baktı. Diğerlerini de eliyle çağırdı ve arkalarından en üst kata çıktı.
Erem koridorda kimin olup olmamasını umursamadan, koşarak en son daireye vardı. Erem’e yetişen Hakan, kapıyı kırmasını engelledi. Kutay yanlarına vardığında, Erem’i boğazından yakaladı. Erem gibi işine gelince her şeye dikkat eden birinin bu kadar umursamaz olmasını beklemiyordu. Sesi sertti ama bağırmamaya özen gösteriyordu. “Bu ne had bilmezlik! Tim’ine uygun davran Erem. Şu an duygularınla hareket etmen gereken bir anda değiliz! Soğukkanlılığını koruman gerektiğini bilmene rağmen, bunu nasıl yaparsın? Emirlere uymazsan, bir daha asla Alfaların yanına bile yanaşamazsın.” Her cümlesinde, eli arasındaki boğazı koparacak kadar sıkıyordu. Erem zorla yutkundu ve gözlerini kapatıp açtı. Kurt’un boğazını bırakıp kapıya döndüğünde, derin bir nefes aldı komutan. Hayalet, köşedeki yangın söndürme tüpünü yerinden çıkartıp, komutanının yanına geldi. “Bununla kırabiliriz.” Sadece başını salladı Komutan ve kenara çekildi. Hayalet derin bir nefes aldı ve ilk vuruşta kapıyı kırdı. Kırılan kapı dümdüz yere düşer düşmez, Tim içeriye girdi. Hakan’ın verdiği bilgiler doğruydu. Burada teröristler vardı ve Menekşenin itirazları duyuluyordu. Önlerine gelen bütün teröristleri etkisiz hale getirerek, Menekşenin olduğu odaya vardılar.
Menekşenin etrafında kimse yoktu fakat, iki kolunda da iğne izleri vardı. Erem tereddütle Kutay’a baktı. Kutay hâlâ sinirli olmasına rağmen, gözlerini kapatıp açtı ve Erem’in, Menekşe’nin yanına gitmesine izin verdiğini belirtti. Erem hemen eşinin yanına gitti ve ona sımsıkı sarıldı. Başını öptü uzun uzun koklayarak. “Erem...” dedi az çıkan sesiyle Menekşe. “Mən ölürəm.”
“Ölürəm deyəndə nəyi nəzərdə tutursan?” Menekşe sadece kollarındaki iğne izlerine baktı. Sessiz ve yorgundu. “Nə olub, Menekşem?” Eşinin kollarına bakınca, bir terslik olduğunu anladı. “Bunlar nədir?” Sağ kolunu kaldırıp iğne deliğini inceledi bir süre. “İynə. Mənə maye vurdular.” Kaşlarını çattı ve eşine baktı. “Mayedir?” Başını salladı yorgun beden.
“Maye ne?” dedi Ejder, etrafı incelerken onları da dinliyordu. “Maye ‘sıvı’ demek, Ejder komutanım.” Kutay, Menekşenin diğer tarafına geçti ve oradaki iğnelere göz attı. “Nasıl bir sıvı bu?” Ona soru soran Komutana baktı bir süre sessizce. Komutanın elindeki sıvı şişesini incelediğini gördü. “Mənə dedilər ki, sən öləcəsən. Bu maye bütün bədənimə yayılanda ağrı içində öləcəyəm.” Komutandan ilk önce bir mırıltı duyuldu, sonra tok bir sesle konuştu; “Doğru demişler.”
Daha sonra, sıvının arkasında yazan yazıyı okudu ve bildiği bilgiyi aktardı, sakin bir ses tonuyla. “Bu sıvının adı Risin. Doğu Afrika’da yetişen kene otu çekirdeklerinde bulunur. Ancak dünyanın her yerinde yetişebilir. Ham risini soluyarak, enjeksiyon yoluyla veya yiyerek vücuda alırsanız, hücrelere geçer ve hücrelerin yaşaması için gereken proteinleri üreten ribozom organcıklarını kapatır. Protein üretimi durursa hücre ölür. Tek bir risin molekülü dakikada bin beşyüz ribozomu kapatarak hücreleri öldürür. Zehirlenme etkileri birkaç saatte görülmeye başlar ama bu yavaş işleyen toksin kurbanı bir veyahut üç gün içerisinde öldürür.” Verilen bilgileri duyan Tim, Menekşe için daha çok endişelenmeye başladılar. “Panzehiri yok mu bunun?”
“Maalesef, risine maruz kalan bir kişi için herhangi bir panzehir yoktur.” Çember herkes için daha çok daralıyordu. “Biz yine de hastaneye götürsek olmaz mı? Ne zaman enjekte ettiler Menekşe abla?” Yiğit sakince yanaşarak sordu, yorgun görünen Menekşeye. “Sən gələndən, iki gün keçdi” Belki bir günü, belki saatleri, belki de dakikası veya saniyesi kalmıştı. Yorgunluğu acıya dönüşüyordu. “Sana acısız ölmen için ilaç bulmaya çalışacağım.” Yüzündeki şaşkın ifadeyi saklayamadı Erem. “Ne ölmesi Komutanım? Karım ölemez benim!” Erem’in duygularını anlayabiliyordu fakat boş bir ifade ile gözlerine baktı. Eğer ona yumuşak yaklaşırsa, bu onun sadece daha fazla hırçınlaşmasını sağlayacaktı. “Kaderi ben yazmıyorum.” Arkasını döndü ve dolapları karıştırmaya başladı, dediği ilacı bulmak için. En sonunda bulduğunda ilacın adını sesli bir şekilde okudu. “Yüksek dozda Pentobarbital. Ani ölüm için kullanılan Ötanazi ilacı.” Daha sonra Erem ile göz göze gelerek devam etti. “Bunu içerse acısız ölecek.”
“Başka bir yöntemi yok mu komutanım?” Çaresizlikle sordu Yüzbaşı’ya. Ama aldığı cevap kendine gelmesini engelledi bir süre. “Eğer bunu içmezse, başından silahla vurulacak.”
Menekşe ile Erem göz göze geldiler. Menekşe’nin elinde ilaçlar vardı önüne de su koyulmuştu. İlaçlar acısız ölmesi içindi. İkisinin de gözleri doluydu.
Menekşe ya ölecekti, ya ölecekti. Onu kurtarmanın bir yolu yoktu. Delal de Menekşe de bunun farkındaydı ama Delal kendine inandıramıyordu. Yüzbaşı Delal’in omzuna koydu elini ve konuşması için baktı.
Delal titreyen sesiyle konuştu en sonunda. “Menekşe’m seni sevirem. Nəfəsimin sonuna qədər səni sevməyə davam edəcəm.” Bu onlar için veda konuşmasıydı. Eğer Menekşe o ilaçları almazsa, başından vurularak ölüme terk edilecekti. Delal bunu Yüzbaşı’dan öğrendikten sonra kendine bir süre gelememişti. Hatta Yüzbaşıya eşi yerine kendisini vermek istediğini söyledi ama buna tabi ki izin verilmedi. “Mən belə sevdiyim halda, sənin gedişin bizi ayırmağa kifayət etməyəcək, Menekşem.”
Menekşe derin bir nefes aldı ve hissettiği acıyı yok etmesi için, elindeki ilacı ağzına atıp, su bardağını kavradı ve kaldırıp birkaç yudum içti ilacın boğazından son kez geçmesi için. Derin bir nefes aldı ve şehadetini yerine getirdi sessiz bir şekilde. Son söylediği şeyin şehadet olmasını istediği için, bir daha konuşmadı. Zaten istese de bir daha asla konuşamayacağını biliyordu. Yaklaşık iki dakika sonra ilaç etkisini gösterdi ve Menekşenin bedeni, titreyerek kendini saldı. Gözleri kapandı ve ruhu teslim oldu. “Ruhu şad olsun.” Komutan boğazını temizledi ve önden çıktı. “Yarbaya haber ver cenazesini yapalım.” Çıkmadan önce Yiğit’e böyle söylemişti. Erem, Menekşenin -yeni öldüğü için- hâlâ sıcak olan bedenini kollarına aldı. Tim lojmandan çıktıktan sonra askeri araca bindiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavantalar Eşliğinde
Teen Fiction"Bazı durumlarda insanlar böyle yaşamaya mecburdur. Asker olmayı seçtiysen, sonunda vatan için öleceğini bilirsin." "Peki aşıksanız ölmek zor gelir mi?" "En kötüsü de o'dur. Ölmeyi geç, nefes almak bile zor gelir." Binbir zorluğu beraberinde getiren...