Odamda uzanarak bir kitap okuyordum. Aslında bunu daha önceden okumuştum ve hatta filmini bile izlemiştim ama vazgeçemiyordum. Ayrıca çok duygusaldı ve ben gözyaşlarımı hiç tutamazdım, sulugözün tekiydim.
"Ya ama bu nasıl bir kader?" diye bağırdım ve kitabı kapatıp sırtımı yastığa yasladım. Ani hareketler yapmam hâlâ yasaktı ama artık acıtmıyordu; ameliyatımın üstünden iki hafta geçmişti. Artık annem bile eskisi kadar üstüme düşmüyordu, halimden memnundum.
Yatağımda tepinirken üzerime örttüğüm ince pike ve toplamaya üşendiğim için yatağın üzerine attığım tüm giysiler yere uçtu. Annem buranın halini görünce muhtemelen beni öldürürdü. "Of ya! Ayrıca on beş yıl boyunca hastaneyle aramda çok büyük bir bağ oluştu, ona rağmen bir kere bile şöyle yakışıklı sempatiğini görmedim."
Söylene söylene ayağa kalkıp odamı yavaşça toplamaya başladım. Annem toplamadığımı görünce mi yoksa topladığımı görünce mi daha çok kızardı kestiremiyordum doğrusu. Böyle bir ikilemde olmak çok zordu. Keşke Jungwon düzenli olarak temizliğimi yapsaydı; belki duygu sömürüsü yapıp arada bir yapmasını sağlayabilirdim. Her türlü ameliyat olduktan sonra bana karşı daha fazla sevecendi, eskisi kadar kavga etmiyorduk.
"Yoruldum ya. Hayatımda yakışıklının y'si bile yok ya. Kız hastanede pinekliyor ama yine de dünyaya bedel bir yakışıklı var ya!"
"Alınıyorum yalnız."
Ağır çekimde kapıdan gelen sese dönerken sesin sahibini ilk duyduğum anda elbette tanımıştım. Tanıştığımız günden beri sürekli benimle vakit geçiren kişi, Park Sunghoon'du. Sahip olduğum kalbin kardeşi. Hastanede ve evde beni yalnız bırakmıyordu. Arkadaş olmuştuk ve o benim ilk arkadaşımdı. Onunlayken hep eğleniyordum ve ilk izlenimimin aksine oldukça eğlenceli ve iyi birisiydi. Belki fazla iyi bile olabilirdi.
Gergince kafamı kaşıyarak "Sen ne ara geldin ki ya?" diye sorduğumda masamda duran mangayı eline aldı ve sayfaları çevirirken gülümsedi. Kafasında siyah bir şapka vardı ve yüzünün büyük bir kısmını kapatıyordu ama yine de dudaklarının yukarı doğru gerildiğini ve dişlerinin ortaya çıktığını görebilmiştim. Sanırım hastaneye biraz haksızlık etmiştim.
Hiç yoktansa gözlerim yakışıklı birini görüyordu.
"Yalnız bu manga rezil. Neden böyle şeyler okuyorsun? Demedim mi Naruto oku diye?" dedi masamdan aldığı mangayı elinde çevirirken sahte bir kızgınlıkla. Fakat ben sahiden kızmıştım. Favori mangama laf ediyordu! O benim canım ve hatta ciğerimdi; yaşama sebebimdi.
"Owari No Seraph'a laf etmeye nasıl cüret edersin, küstah yaratık?"
"Zevksizsin harbiden. Zevk-siz."
Gözlerimi devirdim ve "Öyleyse seni beğendiğim için de zevksiz olmalıyım," dedim. Şapkasını çıkarıp gözlerini büyüterek bana baktığında yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi sorguluyordum ama hayır, yanlış hiçbir şey söylememiştim, yalnızca dalga geçiyorduk ikimiz de. Ama Sunghoon'un gözleri hâlâ kocamandı ve elinde tuttuğu mangamı masaya bırakmıştı. İltifat bile etmiş sayılırdım aslında, acaba utangaç mıydı?
"Neden far görmüş tavşan gibi bakıyorsun?"
"Sen niye birden öyle dedin, bana mı yürüyorsun?" dedi parmağını bana doğru sallaya sallaya. Gözü de seğiriyordu. Galiba cidden utanmıştı. Yanına ilerleyip sahte bir üzgünlükle "Tanrım, Tanrım, Tanrım, şuna da bak! Utandın mı sen? Ablan ergenliğine bir de utanç da eklemeliymiş." dedim ve birden yanaklarını sıkmaya başladım. Yanaklarını benden kurtarmaya çalışırken büyük bir çaba sarf ediyordu ve ben kahkahalarla gülüyordum. Cidden hassas noktasını bulduğuma ve bunun utangaçlık olduğuna inanamıyordum. Park Sunghoon çok özgüvenli biri gibi duruyordu ve kendisinin farkında olduğunu sanıyordum. Üstelik gittiği her yerde de ilgi çekiyordu, hiç fark etmiyor muydu? Elbette fark ediyor olmalıydı ama belki de sadece yüzüne söylenince tuhaf hissediyordu. Ya da ben söyledim diye olabilir miydi? Sanmıyordum, salakça umutlanmak istemiyordum.
Yanaklarını yorulduğum için ve kendi düşüncelerime moralim bozulduğu için bıraktım ve yatağıma oturdum. "En azından animesini izle," dedi Sunghoon Naruto'dan bahsederek. Bu sırada yatağımın ucuna oturmuş şapkasıyla oynuyordu.
"İzleyemem, çok uzun." diye kestirip attım. Odamı henüz toparlayamamıştım ve bu aptal birden dalmıştı içeri. Kapı çalmak ne demek bilmez miydi? Tam bir öküzdü. Genç bir hanımefendinin odasına babasının yaylasıymışçasına giremezdi ama Sunghoon'un beni genç bir hanımefendi olarak gördüğüne dair ciddi şüphelerim vardı. "Gitsene sen ya, işim var benim."
"Film izleriz diye gelmiştim, bugün boşum. Yarından itibaren çok sıkı çalışacağım."
"Buz pateni için mi?"
"Evet, yarışmalar sonbaharda başlıyor." dediğinde anladığımı belirtmek için başımı aşağı yukarı salladım. Üzülmüştüm çünkü neredeyse bir aydır her gün beraberdik ve ona çok alışmıştım. Eskisi kadar sık görüşemeyince aramıza soğukluk girebilirdi ve bunu istemiyordum. Sunghoon dış hayattan sahip olduğum tek şeydi, onu seviyordum. Arkadaş olarak elbette. Elbette, ablasının kalbine sahip olan kız olarak.
"Bir gün, tamamen iyileştiğinde, seni piste götürüp öğreteceğim. Yaz sonuna kadar yapacak bir sürü şeyimiz var ama ilki bu."
"Yazdan sonra yapacak bir şeyimiz yok mu?" diye sorduğumda birkaç saniye düşündü ama sonra kafasını iki yana doğru hayır anlamında salladı. Bu beni biraz yaralamış olsa da ona belli etmemeye kararlıydım. Uzun vadede bir şeyler planlamamış olması mümkündü, çünkü kim ablasının kalbini öldükten birinin alacağını ve ona arkadaşlık etmekle mükafatlandırilacağını düşünürdü ki? Gözlerimi yere doğru çekerken "Sen," diye sordu. Sesimin çok istekli çıkmamasına özen göstererek "Ben liste yaparsam sonsuza dek benimle vakit geçirmek zorunda kalırsın," dedim sonlara doğru vurgu yaparak. Bana ne oluyordu bilmiyordum ama içimde korkunç bir trip atma isteği vardı. Belki de büyük bir ameliyat geçirmiş olmanın psikolojik etkileri sürüyordu. Bazı zamanlar kendimi tanıyamıyordum.
"İşime gelir, güzellik," dedi ve çenemin altına dokunup bilgisayarımı eline aldı. Yaptığı hareketin ayrı, söylediği şeyin şokuna ayrı girerken o sırıtıyor ve film bakıyordu. Donup kaldığımda Sunghoon bilgisayara bakarken sırıtıyordu. Yaptığı şeylerin üzerimdeki etkilerinin farkındaydı ve inadına yapmaya devam ediyordu. Uzaklaşsana benden, neden yaklaşmaya devam ediyorsun? Ne demeketi bu yani? Benimle beraber olmaktan rahatsız değil miydi? Onu sıkmıyor muydum? Yani gerçekten, gerçekten benimle vakit geçirmeyi seviyor muydu tüm gün boş boş muhabbetler etsek bile?
Seviyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
given taken | park sunghoon
Short StoryHer şeye yabancı kalmışsın. Doğmuşsun ama kafesteymişsin hep. Hayatının devam etmesi bir organının takasına bağlıymış ama kimse gönüllü olmamış. Sonra biri gitmiş birinin hayatından; aynı anda sen girmişsin. Neye yarar? Sevebilir mi seni onun kalbi...