eight

233 28 92
                                    

Çatıda oturuyor ve müzik dinliyordum güneş henüz kendini gösterirken. Tüm gece bir şeyler izlemiştim uyku tutmadığı için ve hâlâ uykum gelmemişti. Hava yavaştan aydınlanmaya başlarken çatıya çıkmış ve müzik dinlemeye başlamıştım. İzlemeyeceğime dair kendime sözler verdiğim Naruto'nun ilk sezonunu bir gecede bitirmek başımı ağrıtmıştı. Abarttığı kadar sevmemiştim aslında, sadece aksiyonlu oluşu stresimi atmama yardımcı olmuştu.

Dün sabahtan beri bir şey yemediğim için kurt gibi açtım ve saatlerdir karnım gurulduyordu ama üşengeçlikten mutfağa gidemiyordum. Annemler uyandığında ve kahvaltı hazırladıklarında yiyebilirdim ancak. 

Telefonuma mesaj geldiğinde bakmadım. Muhtemelen operatör mesajıydı zaten. Nasıl arkadaş edineceğimi bilmiyordum. Üniversite sınavına girmem gerekiyordu ama ancak bir sene sonrakine girebilirdim ki bu benim için zor olurdu. Özel derslerle her ne kadar iyi bir şekilde sınıf geçsem de işin aslının öyle olacağını sanmıyordum. Okul ortamına dair hiçbir şey bilmiyordum, sadece liseye geçebilmek için sınava girmiştim şimdiye kadar. Yine de üniversiteye gitmeyi çok istiyordum ve ne zaman olursa olsun gidecektim. Önümde uzun bir zaman vardı ne de olsa.

Defalarca mesaj gelmesine rağmen bakmadığım telefonum bu sefer gürültülü bir şekilde çalmaya başladığında küfür mırıldanarak ekrana baktım. Sunghoon arıyordu. Bu saatte benimle ne işi vardı bunun? Yani cidden insanlar nasıl unutabiliyorlardı ki? Benim her an karşıma çıkıyordu. Naruto izlerken bile her saniyesinde aklımda o vardı. Ne alakaydı Naruto'yla Sunghoon? Onun en sevdiği animeydi.

Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde konuşmama izin vermeden "Owari No Seraph'ı bitirdim," dedi. Sesi uykulu geliyordu. Gece uyumamış mıydı? Yuna'yla mıydı? Ne yapmışlardı?

Hayır, Yuna falan yoktu. Ne demişti o? Owari No Seraph mı izlemişti?

"Owari No Seraph mı izledin?"

"Prensesimiz çok övünce izlemeden duramadım. Sağlam animeymiş, söylediğim kelimeleri geri alıyorum." Prenses kimdi?

"Prenses  mi?"

"Naruto izlemek zorundasın," dediğinde söylediklerini sindirmeye çalışırken odasının penceresine doğru baktım. Ona döndüğümde gülümseyip el sallamıştı. Pijama giydiğini görebiliyordum, tatlı duruyordu. "Ben Naruto'nun ilk sezonunu bitirdim," dedim kendimi tutamayarak. Bana prenses demişti o, değil mi? Erimiştim. Gerçekten şu an eriyordum.

"Ciddi misin? En sevdiğim anime olduğu için izledin değil mi," diye sordu şımarık bir ifadeyle. Kıkırdadım ve görmeyeceğini bilsem de başımı salladım. Hâlâ pencerenin önündeydi. Ben de el salladığımda "Artık bana o yeri nasıl yaptığını anlatır mısın?" dedi. Sanırım artık anlatabilirdim. Sunghoon çatıda karşılaştığım suratsız ve küstah çocuk değildi; hayatımda büyük bir yer kaplıyordu artık. Onu seviyordum. "Ya da dur, daha iyi bir fikrim var."

Kaşlarımı çatıp "Neymiş?" diye sorduğumda kıkırdama sesleri duydum. Komik olan neydi?

"Bana birkaç gün ver. Ondan sonra fikrimi söyleyeceğim." dedi ve birkaç dakika sonra ısrarlarıma rağmen telefonu kapattı. Gün neden lazımdı bilmiyordum ve merak ediyordum. Sunghoon'u anlamak bazen zordu; üstü kapalı birçok şey söylüyordu ve kafamı karıştırıyordu.

Odama inip üzerime bir şort ve tişört giyip çıktım. Annem mutfaktaydı, babam salonda gazete okuyordu ve ortalıkta olmayan Jungwon tahminimce odasında zıbarmakla meşguldü. Saat daha erken olsa da ise gidecekleri için uyanmışlardı ve bu işime gelirdi, kurt gibi açtım.

Neşeli bir şekilde "Günaydın," dedim. Babam ve annem de aynı şekilde karşılık verirken kendimi koltuğa attım. Uykum gelmeye başlıyordu. Kahvaltı ettikten sonraki planım güzel bir uyku çekmekti. Tabii Jungwon'u rahatsız ettikten hemen sonra. O çocuğun kıçını devirip uyuması hep gözüme batıyordu.

Masaya geçtiğimizde yemeklere şöyle bir göz attım. Aslında kahvaltı etmeyi sevmezdim çünkü midem bulanırdı hep. Kahvaltı yerine yemek yerdim genellikle ve annem çok kızardı. Ama bugün halim yoktu ve bunları yemek zorundaydım.

Annem "Dün gece niye öyle kaçıp gittin," diye sordu ve babam da ona bakmaya başladı. Onlar birbirine bakarken ben vereceğim cevabı düşünüyordum. Dürüst olmalıydım sanırım ama tamamen mi olmalıydım? Söylediklerinden rahatsız oldum demeliydim ama hangileri olduğunu belirtmeli miydim? Detaya girmesem daha iyi olurdu şu anki durumda. Kimsenin içine kurt düşürmek veya alay konusu olmak istemiyordum. Bu durumu dillerine düşürmek de istemiyordum.

"Söylediklerinden rahatsız oldum," dedim gergin bir sesle. Tabağımdaki zeytini didikliyordum. "Sanki kimse beni kabul etmezmiş gibi, sanki Sunghoon'a muhtaçmışım gibi sürekli onun yanında durmam için uğraşılıyor."

"Kendim arkadaş edinebilirim. Sunghoon arkadaşım olabilir ama ona bağlı yaşamak zorunda değilim. Bu benim hayatım," dedim istemsizce sol göğsümü tutarak. Göğüs kafesim sıkışıyordu ama bu kalbimin hassas olmasından dolayı değildi. Bence her şey çok açıktı zaten. Beni sevemeyecek, sevgilisi olamayacağım biriyle arkadaş kalmak zorundaydım. Ona hislerimle ilgili ağzımı bile açamazdım ki. Çok ama çok hadsizce olurdu. Önce ablasının kalbi, şimdi de ona mı göz diktin Haewon?

Babam sakin bir sesle elimi tutarak "Biliyorsun, bu kadar içli dışlı olmak zorunda değiliz. Sadece onlar da üzülmesin istiyoruz ama bunun elbette daha farkı yöntemleri var," dedi. Ona gülümseyip başımı sallamakla yetindim ve tabağımdaki son zeytini ağzıma atıp masadan kalktım. İşin kötü yanı, ondan kendimi usak tutmak bile istemiyordum. Hep daha fazla yakında olsun istiyordum. Saat dokuza geliyordu ve ben uyuyacaktım. Bu da uyku düzenimin tamamen bozulacağı anlamına geliyordu.

Odama çıkıp pijamalarımı giyinirken kapım birden açıldı. Arkam dönüktü ve annem olduğunu düşündüğüm için rahat rahat giyinmeye devam ettim. "Bir şey mi oldu?" diye sordum üstüme tişörtü geçirirken. Annemden ses gelmeyince "Uyuyorum ben," dedim ve üstümü çekiştirerek arkamı döndüm. Bir elimle göbeğimi kaşıyordum bu sırada.

"Ben, ben-"

Çığlık. Kaos. Utanç. Birkaç tekme. Havada uçuşan bir lamba.

Sonuç olarak Sunghoon arkam dönük olsa da beni çıplak görmüştü ve şu an aramızdaki gergin ortama rağmen yatağımda yan yana suçlu çocuklar gibi oturuyorduk. Ben dudaklarımı kemirirken o elleriyle oynayıp duruyordu ve kendimi şu an kafası maviye, gözleri beyaza dönen anime kızlar gibi hissediyordum.

"Eee, ben seni dışarı çıkarmak için gelmiştim ya," dedi gereksiz bir neşeyle. Yandan yandan ona bakarken alay eder gibi onu süzüyordum. O ise elini ensesine koymuş gülüyordu. Röntgenciydi cidden. Odama pat diye girmiş öküzün trene baktığı gibi bakmıştı! Çığlık atıp üzerine atıldım ve saçlarını çekiştirmeye başladım.

"Röntgenci yaratık! Nasıl kapıyı çalmadan girersin? Burası kız kardeşinin odası değil, arkadaşının odası!"

"İyi de kız kardeşimsin demedim ki! Bır-rak saçımı! Ah, Haewon acıyor ama! Haewon bilerek izlemedim!"

"Kız kardeşinmişim gibi davranma o zaman, gerizekalı!"

Bileklerimden tutup tam olarak gözlerimin içine bakmaya başladığı sırada gözlerimi kaçırdım. Ellerimi kendime doğru çektiğim ve kucağımda birleştirip ona kötü kötü bakmaya başladım. Sinir oluyordum. Bazen boğasım geliyordu. Yuna kimdi ve niye gecenin körlerinde bizimle yemek yemek yerine onunla buluşuyordu? Benim kim olduğum belliydi ama. Kız kardeşi gibi bir şeydim işte!  Yuna onun için gerçek bir kız olmalıydı. Ablasının kalbini taşırken ona böyle hisler beslediğim için cehennemde yanacaktım.

"Haewon-"

Yüzünün dibine girip "Kız kardeşin olarak görmüyorsan öyle düşündürtme. Öyle görüyorsan da farklı hislere kapılmama izin verme," dedim. Ne kadar engel olmaya çalışsam da gözlerim dudaklarına kayıyordu, ama onunda gözlerinin dudaklarımda olduğunu görebilmiştim. "Yine de benim düşüncelerimi merak ediyorsan; ben seni kardeşim olarak görmüyorum."

🍂

Önceden okuyanlar elbette vardır, bu hikayeyi iki yıl önce yazıp tek gecede tüm bölümleri yayımlamıştım. Sanırım bu yüzden tekrar yayımlama sürecimde yazdıklarımı kontrol ederken çok fazla şey gözüme batıyor ve onları düzeltip aklımdaki haline çevirmek baştan yazmaktan uzun sürüyor. Bu yüzden bazı gecikmeler yaşanıyor olabilir. Umarım anlayışla karşılarsınız.
Sevgiler,
Fleur🤍

given taken | park sunghoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin