nine

250 28 65
                                    

"Yine de benim düşüncelerimi merak ediyorsan, ben seni küçük kardeşim olarak görmüyorum."

Son kez dudaklarına bakıp geri çekildiğimde bu sefer Sunghoon beni kendisine doğru çekti. "Ne olarak gördüğüm konusunda kesin bir kararım var," dedi ve yanağımı öpüp güldü. Bense öylece kalakalmıştım. Bu birçok anlama gelebilirdi; Jungwon da yanağımdan öpüyordu ve eve gelen arkadaşlarını da öptüğünü görmüştüm. Büyütmemeye çalıştım, zaten kesin kararları varsa öğrenirdim. Bir yerde bana söylemek zorunda kalırdı.

Geri çekildim ve ayağa kalktım "Neden geldin?" diye sorduğumda sinsice sırıtmaya başlamıştı. Ayağa kalktı ve odama son bir kez göz atıp kapıdan çıktı. Kapıyı tam kapattığı sırada geri açıp sadece kafasını çıkardığında elime geçen ilk yastığı ona fırlattım.

"Güzel giyin, seni Buz Prensin kalesine götürüyorum."

🍂


"Bak şimdi bu akbil, buna şu makinadan para yükleyip kullanabiliyorsun. Metroya bununla binilir," dedi Sunghoon bilmiş bir tavırla öğretmen gibi. Elinde akbili sallıyordu ve bir yandan da makinayı ve turnikeleri gösteriyordu. Ben de alayla onu dinleyerek ne kadar daha devam edecek diye düşünüyordum.

Susmak bilmeyip  anlatmaya devam edince alayla "Oradan bakınca kara cahile mi benziyorum?" diye sordum. Durakları anlattığı ultra önem arz eden konuşmasını böldüğüm için ağzı açık kalmıştı. "Akbili de biliyoruz yani, uzayda doğmadık." dedim ve elinden akbili çekip turnikeden geçtim. Sırıtarak ona doğru salladığımda umursamamış ve gülmeye devam ederek yanıma gelmişti.

Kolunu uzattığında sorgulasam da girdim ama aramızda mesafe bırakmaya özen gösteriyordum. "Seni kaybedersem annen bana çok kızar," dedi beni kendine daha çok çekerek. Şimdi dip dibeydik ve kalbim o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki duymasından korkuyordum.

Hevesle  "Ben de kayabileceğim değil mi?" dediğimde gülüp saçlarımı karıştırdı. Gözüme giren saçları üfledim ve yüzümü yüzünün dibine sokup "Öğretirsin değil mi?" diye sordum. Ama bu kötü bir karardı. Yüzüm yüzüne bu kadar yakınken her detayını görebiliyor ve sıcak nefesini yüzümün kıvrımlarında hissediyordum. Yüzüm yanarken aynı zamanda kızardığına yemin edebilirdim. Kafasını salladı ve beni tutan kolunu sıkılaştırdı. Çok kalabalıktı. Bir sürü insan metro bekliyordu ve iş saati bile değildi. Acaba iş saatinde nasıl olurdu? Sanırım öğrenmek istemiyordum.

"Öğreteceğim ama iyi olduğuna eminsin değil mi?" dedi banka otururken. Kol kola olduğumuz için ben de oturmuştum. Kafamı hızla aşağı yukarı salladım. Elbette iyiydim! Bugün yalnızca eğlenmeye bakacaktım. Hiçbir şeyi kafama takmayacaktım. Üstelik Sunghoon buz pistine gittiğimi bile bilmeden beni götürüyordu. Demek ki gerçekten kalesini görmemi istiyordu.

Metro geldiğinde en son biz bindik. Ayakta kalmıştık ve Sunghoon beni olabilecek en güvenli yerde durdurmuştu. Kapının tam dibindeydik, sırtım kapıya yaslıydı ve Sunghoon da önümde duruyordu. İnsanları görmüyordum bile ve üstüme çok eğiliyordu çünkü tutunduğu yer tam başımın üstündeydi. "Ehe" diye bir ses çıkardım ve boşta kalan elimi sallayarak rüzgar yapmaya çalıştım. Yüzüme saçma bir şekilde bakmaya başlayınca "Daraldım da," dedim sahte bir samimiyetle. Hiç rahat değildim doğrusu. Tam dibimdeydi ve çok yakındık. Ayrıca yerinden çok memnunmuş gibi hareket edecek bir hali de yoktu. "Azıcık daha dayan, bir durak kaldı."

"Kalksan mı üstümden acaba ya?"

"Ne kadar yakınsak o kadar güvendesin. Ayrıca bu kadar mı kötü bana yakın olmak ya?"

given taken | park sunghoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin