"Senden hoşlansam bile mi?" diyerek uzaklaşmaya devam ettiğimde peşimden gelmedi. Gözlerim hâlâ kapalıydı ama vereceği herhangi bir tepkiye karşı gülümsüyordum. Düşmekten korkuyordum ve bunun buza düşmek olduğundan şüpheliydim. Yine de pişman değildim.
"Ben-" diye söze girdiğinde ruh halini anlayamamıştım ama devamında kötü bir şeyler geleceğini tahmin ediyordum. Tüm cesaretimi toplayıp kurduğum cümleye rağmen her şeyi bir kenara bıraktım. Hiç umut olmamasına şaşırmamıştım bile. O beni üzmemek için doğru kelimeleri yan yana getirmeye çalışırken ben pişman olmadığımı düşünerek kendimi kutluyordum. En azından ilk kalp kırıklığım centilmen biri tarafından bahşedilmişti. Beni üzmemek için kelimeleri seçmeye çalışan biri tarafından.
Uzaklaştığım yere, yanına geri dönüp üzgün olmadığımı belli etmek için güldüm. "Eve dönelim mi?" diye sorduğumda gözlerini yummuştu. Kötü hissetmemesi için omzuna şakayla vurdum ve "Hadi ama, çok soğuk burası. Bacaklarım dondu!" dedim şakayla. Beceriksizce pistten çıktım ve ayakkabılarımı giyindim. Sunghoon da peşimden geliyordu ve tedirgin görünüyordu. Bir şey söylemek istediğinin farkındaydım ama herhangi kötü bir şey duymaktansa aklımda tamamlamak daha basitti. Bu yüzden sanırım sonsuza dek onu susturmaya çalışacaktım.
"Haewon-"
"Patenleri satın alabilir miyim? Belki sonra tekrar geliriz," dedim patenleri elimde sallayarak. Düz beyazlardı ve demir kısımları yeni oldukları için parlıyordu. Sanırım üstüne bir şeyler çizerek süsleyebilirdim, belki Sunghoon da çizmek isterdi.
Kısık bir sesle "Senin için satın almıştım," dediğinde gözlerim parlayarak ona döndüm. Anın mutluluğuyla sarıldığımda kafamı boynundan sarkıttım, o da kollarını bana sarmıştı. "Üzerini beraber boyar mıyız?" diye neşeyle sordum kollarımı ondan çekerken.
"İstersen eve gidince hemen başlarız," dedi yüzüme bakarken. Aramızda bir sorun olmadığını fark edince içim rahatlamıştı. İtirafımdan sonra hâlâ benimle vakit geçirmeyi kabul etmesi güzeldi çünkü aklımda daha kötü senaryolar oluşmuştu. Bu bile yeterdi, aramızda mesafe olmaması en iyisiydi.
"Akşam yemeğe kalacaksan olur."
"Yemekten sonra sahile gidersek olur," diye cevap verdiğinde kıkırdadım ve başımı sallayarak yürümeye başladım. Yoğun olacağını söylediği halde her bulduğu fırsatta benimle vakit geçiriyordu. Amacının ne olduğu umurumda değildi; ben bendim ve önemli olan buydu. Kendim olarak hareket edecektim.
"Haewon, bir dakika durur musun?" diye sorduğunda arkama döndüm. Benim yürüdüğüm süre boyunca o durmuştu ama aramızda mesafe yoktu. "Yanlış anlamanı istemiyorum," diye devam edince daha fazla kaçamayacağımı anladım. Zaten bu saatten sonra onu dinlemekten başka şansım olmazdı, belki sadece fikrini değiştirmeye çalışabilirdim.
"Sen benim için ablamın kalbini taşıyan bir kızdan ibaret değilsin. Bir süredir çözmeye çalışıyordum aslında ve kesin bir kararım var dediğimde seni zor duruma sokmayacak bir yol arıyordum," dedikten sonra derin bir nefes aldı ve yanıma geldi. "Demek istediğim; benden hoşlanıyorsan bile senden uzaklaşamam, çünkü eğer uzaklaşırsam kendime acı çektirmiş olurum."
Ellerini yanaklarıma koyduğunda gözlerim kocaman açılmıştı. Yanlış anlayıp anlamadığımı bilmiyordum. Tepki de veremiyordum, zaten verebileceğim doğru tepki neydi onu bile bilmiyordum. Ona şaşkın gözlerle bakmayı sürdürürken o bana gülerek bakıyordu. "Uzun bir süre bunun doğru olup olmadığını düşündüm. Ama kimin umurunda ki? Sen kalbini aldığın kız değilsin ve ben seni ondan farklı seviyorum."
Söyleyecek birçok şeyim vardı elbette ama hiçbiri ağzımdan çıkmıyordu. Tuhaf bir histi bu, zaten en başından beri anlamlandıramıyordum. Onun bir anlam vermesini bekliyordum ve beklentilerimin yersiz olduğunu düşünüyordum. Yine de o benim düşüncelerimi duymuş, dileğimi gerçekleştirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
given taken | park sunghoon
Short StoryHer şeye yabancı kalmışsın. Doğmuşsun ama kafesteymişsin hep. Hayatının devam etmesi bir organının takasına bağlıymış ama kimse gönüllü olmamış. Sonra biri gitmiş birinin hayatından; aynı anda sen girmişsin. Neye yarar? Sevebilir mi seni onun kalbi...