Bölüm III

17 5 2
                                    


Artık yeni çağımızın getirilerinden biri her şeyde hızlı olmak, teknolojide hızlı olmak, yemek yemekte hızlı olmak, okumakta hızlı, uyumakta hızlı olmak hatta ve hatta iletişim de bile hızlı olmaya çalışıyoruz. Dünya bir tane ve bir insanın yaşam ömrü ortalama 70 iken biz Dünya'dan kaçmak istercesine acele ediyoruz ve bu da bir anlamda bizlerde bazı problemler araz veriyor. 

Uyku düzeni bozukluğu, psikolojik sorunlara, iterken yemek yeme bozukluğu, obeziteye sebep olabiliyor ya da iletişimi hızlandırmak iletişimsizliği doğurabiliyor.

İletişimsizliği nasıl hızlandırabiliyor insan diye sorduğunuzu hissedebiliyorum. Eskiden insanlar uzun cümle kullanmaktan kaçınmazlar ve bir o kadar cümlelerinin süslü olması onların kültürlü bir birey olduğunu gösterirdi. Tabi süslü kelimeler de iletişimi bozabiliyor iken kısa cümleler yüzünden anlaşmazlıklar çıkabiliyor insan hayatında. 

Yaptım, gittim, tamam, ettim, anladım ama gibi sadece yüklemi bildirildiğinde bazı soruları ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Toplumsal bir anlamsızlığa itebiliyor.

"Anlamak insana verilen bir mucizedir" demişti bir büyüğüm öyle ki hak vermemek imkansız. Sen bir nesneyi görüyor, tadıyor, kokluyor, dokunuyorsun ve beynine:

- "hadi bunu soyutlaştır ve bana ne olduğunu söyle", diyorsun. Beynin de sana soyutlaştırıyor, beynin biraz daha fazla çalışan bir yapıda ise sana tasdik bile yapabiliyor. İşte mucize olan bu.

İnsanlar kolaylık ve pratiklik adı altında yaptığı tüm ezberci yapıları yüzünden anlamdırma yeteneklerini körelte de biliyor. Yani statüsü yüksek bir adam bir işi, bir eylemi anlamıyorsa aşağısında bulunan tüm Statü piramidi yok olmaya yüz tutuyor. Buna da anlamsızlık erozyonu deniyor.  Yani ben olsam öyle derdim.

Tabi bazı noktalarda insanların anlamlandıramadığı şeyler de olmuyor değil, yani toplumsal normlar gereği aynı tip insanlarla karşılasan, aynı yemeği, aynı işi yapan insanlarda, farklı diyebileceğim; şey, marjinal, farklı, azınlık gibi bir çok ad  ile fişleyerek, ya yok etme için uğraşıyor ya da ötekileştirerek daha aşağıda tutmaya çalışılmakta oluyor.

Halbuki anlamlandırılmayan oluşumların, bireylerin, tatların, kokuların ya duyuların da var olduğunu kabul etmek ancak ve ancak beyin üstü göç ile gerçekleştiriliyor yani anlamlandırarak.

Anlamak insanın nesnel duyularını tanımasını sağlayabilir iken, anlamlandırmak ona hareket vermeyi sağlar.  Bunu anlatmak için örnek de vermem gerekebilir; 

Bir kuşu gördüğünüz zaman ona kuş diyorsanız anlamış olursunuz ama o kuşun nereye gittiğini düşünürseniz işte o zaman anlamlandırmış olursunuz. Bir örnek daha eklemek gerekirse; 

Kalbinizin oluğu noktaya dokunduğunuzda titrediği hissediyorsanız kalbinizin attığını anlamış olursunuz ama kalbinizin kimin için attığını biliyorsanız işte o zaman anlamlandırmış olursunuz. Bir nevi delilik evresi. 

Bir insan bir şeyi anlamak istiyorsa önce kendisinden başlamalı, yani şu uçaklarda verilen panik örneği gibi önce maskeyi kendinize sonra yanınızdakine demekle eşdeğer. Bir insan kendini anlamaya başladığında  anlamlandırmaya da başlıyor, eylemlerini fikirlerini ve dünyaya bakış evresini de genişletiyor. Sığ düşüncelerden sıyrılıp, kendi dünyasına ortaklar aramaya başlıyor.  

Sevgili okur, umarım sen de bir şeyi anlamaktan çok anlamlandırmak için çabalıyorsundur. Çünkü Dünya bir delilinin imgesinden ibaret ve bizler de onu anlamlandırma çabasındayız. 

Kafası Karışık AnekdotlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin