2017 – MART
Martın orta yeri, bütün hava raporlarının yalancı çıkmasına sebep olarak sahte bir baharı şehre getirmişti. Ozan yatağından çıktığında, içeri giren güneşe şaşırırken bir yandan geç mi kalktım endişesi duymasının sebebi buydu. Bu kadar güneş ışığı bir anda nasıl girerdi eve? Buna cevap veremezdi ama mutluluğun, güne başlama enerjisinin bu ışıkla ilgisi olduğu muhakkaktı. "Güneş," dedi içinden. "Binlerce yıl önce yaşasaydım, tapmak için senden daha iyi bir şey bulamazdım."
Yataktan kalkış hızı biraz ışıktandı ama biraz da başka sebepten. Saat dokuz olduğuna göre... Acaba dokuz Bahar için geç miydi, erken miydi? Hani uyanıp da canı sıkılmış mıydı kızın, ayıp olmuş muydu ona? Odadan çıktığında, evin içine yayılmış sessizlik kızın hâlâ uyuyor olduğunu mu gösteriyordu? Güçlükle duyulan bir şarkı sesi dışında Aşık gürültücüydü, doğru, ama Narin bile susmuyordu. Demek ki herkes güneşe aşıktı, herkes! "Bahar?" dedi çok yüksek olmayan bir sesle. Banyo, mutfak ve teras boştu. Banyoya girdi ama oyalanmadı, yüzünü yıkayıp salona geçti. Kafesin kapısını açıp radyonun fişini çekti. Aşık dışarı çıktı, Narin içeride kaldı. Çocukluk odasının kapısına yanaştı sonunda Ozan. İçeri girse rahatsız eder miydi kızı? Bu ihtimalden korkup mutfağa kaçtı. Uzunca bir süre oradan çıkmadı. Elleriyle kahvaltı hazırlama sözü vermişti kıza. İbrahim'i aradı sonra. "Hadi gel," dedi adama. Adam üşendiğini söyledi. Dalaştılar. Sofra neredeyse hazır olurken canı sıkıldı adamın, salonda gezdi, terasta gezdi, Aşık ve Narin'i bile güneşe çekti, müzik açtı, sesi yükseltti, dans edesi geldi ama baktı ki Bahar hâlâ uyuyor... Eli mahkûm o kapıyı birkaç kez çaldı. Hiç ses gelmeyince başını içeri uzattı. "Bahar?" dedi. Sonra baktı yatağa. Bir elini yere sarkıtarak uyumuştu Bahar. Yastıktan taşıp yataktan sarkan saçlar da vardı.
İçeri girdi. Yatağa yanaştı. Çok güzeldi saçları, çok. Örülüyken bu kadar dalgalı olduğu anlaşılmıyordu. Çoğunlukla, -hep- örülü olan saçların arasından bebek telleri fırlıyor ve başını kuşatan bu teller pek güzel durmuyordu. Ama karşısındaki manzara gösteriyordu ki, o küçük saçlar haklıydı. Onların olması gereken yer; metal tokalarla tutturulan annelerinin özgür kucaklarıydı. Böyleyken, hiçbir baskı ve tesir altında değilken, çok güzellerdi. Bir bütünün parçasıydılar, bir yağlı boyayı güzel kılan detaylardandılar. Dün onların güzelliğinden Bahar'a bahsetmişti ama bunu mutlaka yinelemeliydi. Kızı, bu güzel saçları düğüm düğüm etme sevdasından mutlak surette vazgeçirmeliydi. Zorlanır mıydı bilinmez. Çünkü Bahar da seviyor gibiydi onları. Seneler boyu herkesten gizlediği hevesleri vardı, saçları da onlardan biriydi, dün gece fark etmişti Ozan. Sonunda yatağın başına eğilip "Bahar?" dedi bir daha. Ama yaklaşmak bazı kokuları da beraberinde taşımıştı. Başkalarının içtiği sigara ve alkol kokusunu kastetmiyordu. Bahar'ın boynundan gelen kokuyu ayırt etmek zor değildi. Yabani otlar gibi kokuyordu kız, yağmurla yüzgöz olmuş otlardı bunlar. Mest oldu. "Bahar!"
Bahar'ın sarhoş olana kadar uzo içmesine izin vermemeliydi belki. Ama kız keyifliydi, kendisi keyifliydi, müzikler keyifliydi, yemek keyifliydi, her şey çok fazla keyifli olunca "dur" dememişti adam, diyememişti. Üçüncü "Bahar" ile kızın bir gözü aralandı. Bahar karşısında Ozan'ı görünce hem şaşırdı hem sevindi. Yüzüne konan yorgun gülümsemeyle önce "Günaydın," diyebildi. Sonra ise "Saat kaç?"