Merhaba, ikinci bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı ihmal etmeyin. :)
Şimdiden teşekkürler!
Keyifli okumalar... <3
Edis - Martılar
Zeynep Bastık, Hazal Kaya - Çalkala
***
"Lara," diye seslendi sevgili ağabeyim (!) son harfleri uzatarak. Yaklaşan adım seslerinden anlaşılıyor ki yine oda baskını yiyeceğim.
Odamın kapısı tıklatıldı. Çok geçmeden kapı aralandı ve siması görüş açıma girdi.
Buz mavisi gözleri, keskin kemiksi yüz hatları. Benim saçlarımdan daha koyu kalan sarı saçları ve yeni kısalttığı belli olan sakalları.
Deha Ulu... Genç kızların nefesini kesen, benimse sinir krizi geçirmeme sebep olan görüntüsüyle karşımda duruyordu. Tek fark buz mavisi gözleri, daha sevecen bakması gerekirken; sinirden büyümüş göz bebekleriyle, bana bakıyordu.
"Lara, hayırdır ağabeyciğim. Kulaklarında bir problem mi var? Hayır, yani yoksa bu son ses müzik dinlemenin başka türlü açıklaması olamaz. Ev inliyor ev!"
"Of ağabey, bunun için mi buraya kadar zahmet ettin? Ben de başka bir şey için geldin sandım."
Her sabah rutinleşen tartışmalarımızdan biri daha gerçekleşiyor. Deha bey ve bir türlü yıldızı barışmayan Edisciğim.
"Bizim ev Harbiye Açıkhava Tiyatrosu da benim mi haberim yok? Kıs şunu biraz Lara, sabah sabah. Martılarmış." diyerek yüzünü buruşturdu ağabeyim.
Suratının aldığı şekille daha da keyiflendim. Deha Ulu, benim canım. Sinir olacağını bildiğim halde, eh sinir etmekte bir sakınca görmediğimden müziği biraz daha açarak, elimdeki fön tarağımda mikrofon görevini üstlenerek, bir adım ağabeyime doğru gidip şarkıya eşlik ettim.
"Dinlettin boynu bükük şarkılaaarr, ses etmem, susarım anıların hatrınaaa." diyerek etrafında döndüm. Yüksek çıkan sesim rahatsız etmiş olacak ki yüzünü buruşturdu. Eliyle ağzımı kapatmaya yeltendi. Yapmak istediği eyleme izin vermeyerek, bir adım uzaklaşarak devam ettim daha yüksek sesle.
" Sen yoksan ölümden ne farkı var? Gel etme, dön artık, üzülecek martılaaar."
Daha fazla sesime katlanamamış olacak ki güçlü kollarıyla kavradı beni. Sırtımı göğsüne yasladı. Bu hareketi uysallaşmama ve kendimi kollarına bırakmama sebep oldu. Güvenli kollarının arasındaydım. Bir o kadar da huzurlu. Hiç terk etmeyeceğim, terk edilmeyeceğim liman.
Ağabeyim düşündüklerimi hissetmiş olacak ki daha da sıkı sıkı sardı beni kendine. Saçlarımın üstüne buse kondurdu. Küçükken bisikletten düştüğümde yaralarımı öpücüğüyle sardığı, o şifalı busesinden.
"Hadi Çakıl, kahvaltı hazır. Seni bekliyoruz." dedi, çıkardı beni kollarının arasından, usulca. Başımı sallayıp onayladım onu.
Makyaj masamın önüne ilerledim. Üstünde duran hoparlörümden müziği kapatıp. Deha'nın arkasından koridora ilerledim. Merdivenleri ikişer ikişer atlayıp, oturma odasındaki masaya kurulmuş kahvaltı sofrasına geldim.
Annemle babam sofrada yerlerine oturmuş bizi bekliyorlardı. Sofraya yaklaşan Deha da sandalyesini çekip yerine oturdu. Ben hariç herkes yerini almıştı. En yüksek çıkan sesimle: "Günaydın benim canım, biriciğim, her şeyim olan ailem." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLHUN
Teen FictionAla koş! Acele et çabuk. Bak, buraya bak. Meva... Sesi kulaklarım da, sanki hiç terk etmemiş gibi... Burada benimle. O hep anılarım da en güzel şekilde. Hiçbir şey olmamış gibi uyandım bugün, kaldığımız yerden devam ediyoruz, eksik bir kişiyle. Hiç...