Karşımda, su lekelerinin olduğu aynaya yansıyan görüntümle bakıştım bir süre. Omuzlarımdan aşağı dökülen kestane rengi saçlarım, sulanmış kahverengi gözlerim ve şişmiş dudaklarımla garip görünüyordum. Gözlerimin altındaki morluklar, uykusuz kaldığımı haykırırcasına kendini gösteriyordu. Ortadan ayırdığım saçlarımı tel tokayla tutturdum. Pantolon, tişört kombinimi üzerime giydiğim siyah hırkayla tamamladım. Hırka giymek acaip bir takıntı haline gelmişti bende. Hırkanın kollarını parmaklarımla çekiştirerek ellerimi örttüm. Bu huyumdan vazgeçmeyecektim sanırım. Uzun kollu giymeye bayılıyorum. Evimizin gıcırdayan kapısını çekip, dışarı adım attığımda, tepemdeki güneşe selam verdim. Hiçbir sorun yoktu, sadece takip edilme olasılığım çok yüksekti. Ne küçük bir sorun! İçimdeki sesi susturmak için her zaman savaş veriyordum. Otobüs durağına yaklaştığımda önümü kesen beden ve burnuma dolan tütün kokusu bana Selçuk'un adını haykırdı.
Başımı kaldırdığımda Selçuk'un mavi gözleriyle buluştu kahverengilerim. Mavi gözler hep ürkütücü gelmiştir bana, bu görüntüyle damarımdaki kanın titrediğini hissettim. Bu mavi gözler de bir başka takıntım olabilirdi. Tütün kokulu ağzından dökülen kelimeler, midemi bulandırdı.
"Naber güzelim?"
Güzelim kelimesinden nefret etmem için Selçuk'un hitabı yeterliydi. Onu duymazdan gelmek güzel bir fikirdi fakat beni rahat bırakmayacağını biliyordum.
" İşe yetişmem gerekiyor. Otobüsü kaçıracağım."
Sorusundan alakasız olan cevabımla onu geçiştirip, durağa doğru ilerledim. Arkamdan gelen sesi beni şaşırtmadı.
" Birazdan yanına gelirim güzelim. "
.
.
.
Kısa süren otobüs yolculuğumun ardından, tam saatinde kafeye yetişmiştim. Denize bakan manzarası ve önündeki yeşilliğiyle, aile mekanıydı burası. Kitaplara olan tutkum, insanlara olan ihtiyacımı azalttığı için sosyal çevrem yoktu. Kitaplarda okuduğum gibi aynı kafede çalıştığım ve iyi anlaştığım bir arkadaşım olsun isterdim. Fakat ben daha bebekken, cadılar tarafından yalnızlıkla lanetlenen o masal karakteriydim.Müşteriler için koştururken geçen birkaç saat, bana dertlerimi unutturmuştu. Kapıdan içeri giren Selçuk, hep yaptığı gibi cam kenarındaki ikinci masaya oturdu. Onun yüzünü görmekten bıkmıştım fakat bu konuda yapabileceğim bir şey yoktu. Siparişini almak için adımlarımı ona yönlendirdim.
" Ne alırdınız? "
Dudaklarından pis bir gülümseme döküldü.
" Benim istediğim belli ama daha almak nasip olmadı be güzelim. "
Kibar kişiliğime ihanet edercesine küfreden zihnimi susturmaya çalıştım.
"Hemen getiriyorum. "
Şaşkın bakışlarıyla onu bırakıp, hızlıca siparişi almaya gittim. İşimi halledip, masaya döndüğümde bakışları elimdeki şişeyi buldu.
" Buyrun efendim soğuk su, size layık."
Vurgulayarak söylediğim sözlere biraz bozulsa da gülümsemesi yüzünde hüküm sürüyordu.
.
.
Çıkış saatim gelene kadar koşturmuş ve aşırı yorulmuştum. Hırkamı ve çantamı alıp, otobüs durağına yöneldim. Selçuk, benimle birlikte yürüyordu. İçimden gelen ağlama hissini bastıramıyordum. Emniyete Selçuk için başvurduğumda beni dikkate almamışlardı. Galiba param ve havalı bir avukatım olmadığı için. Elimi hırkamın cebine attığımda dokunduğum kağıt dikkatimi çekti.Durağa vardığımda, cebimdeki parmaklarım arasında can çekişen kağıdı çıkarıp banka oturdum. El yazısıyla yazılmış yazı ve ismi buldu gözlerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİHNİM SANA NOT BIRAKTI
Dla nastolatków" Sen de benim gibi misin? " Yanaklarında gamzeleri belirdi. " Nasılsın ki sen? " Ruhumun derinlerinden gelen cevabı dudaklarımla buluşturdum. " Zihniyle savaşan ve deli olmak isteyen biri..." . Beni anlayacak birine ihtiyacım vardı. Gerçe...