01 | Kan Lekesi & Çay Lekesi

238 15 0
                                    

Bir yırtıcı ve avcı olarak, işini bu kadar iyi yapmamayı dilerdi. Haftalar belki de aylar geçmişti ama o sadece güneşin batışına ve doğuşuna odaklandığından günler üzerinden takip ediyordu zamanı. Eğer işini o kadar iyi yapmasaydı insanlar tarafından daha öncesinden yakalanırdı ve sabah uyandığında karşılaştığı o manzaranın bir parçası olarak bulmazdı kendini.

Parçalanmış bedenlerden kopmuş etlerin arasından kalkarak bir sabaha uyanmazdı.

Ellerini toprağa koydu. Kanı emmiş olduğundan ötürü toprağın dokusu her zamankinden farklıydı. Çimenlerden damlıyordu henüz kurumamış olan kanlar, birer göz yaşı gibi. Kafasını sola çevirip, bu sefer öldürmüş olduğu gence baktı. Sağına bakınca da kızı gördü. Bir çifti öldürmüştü. İkisinin de yüzlerini görmek, geceden kalan anıların belirmesine neden oldu.

Çığlıklar ormanların arasından geliyordu sanki.

Tüm sesler kafasındaydı. Islanmış bir köpek gibi kafasını sağa sola salladı ama su damlalarına nazaran hatıraları o şekilde kafadan atmak daha zordu. Çok hızlı salladığı için kafasının içindeki geceden kalma sancı da uyandı ve kendini gösterdi. Ayağa kalkmak için elini yere koyup yerden destek alacaktı ki bakmadan elini götürdüğü yerde, bedeninden kopmuş kanlı bir parça olduğunu fark etmedi. Eli kaydı ve kalkmak üzereyken kalçasının üzerine düştü.

Öldürdüğü iki bedenin ortasında öylece bekliyordu. Kızıl kanların ortasında, avlarının kanına bulanmış bir halde duruyordu. Tüm o yeşilliğin ortasında bu denli yoğun bir kızıllığı görmek ne kadar zor olabilirdi ki? Gözleri olan herkes, uzaktan baksa dahi onu görebilmiş olmalıydı.

Görmemişlerdi ama. Kendini o kadar iyi gizliyordu ki henüz kimse onu yakalayamaya yaklaşamamıştı bile.

Sağ elini kaldırıp yüzüne yaklaştırdı. Avcuna bulaşan kana baktı. Ağaçların arasından sızan ışıkla parlıyordu kan; sanki hala bir damarın içindeymiş ve akmaya devam ediyormuş gibi canlı görünüyordu. Önce kanın sonrasında da kanın dolaştığı bedenin geceden kalma tadı genç kadının damağına geldi.

Etin tadından tiksinmesi gerektiğini biliyordu.

Hoşuna gittiği için kendinden tiksindi.

---

Wanda Maximoff kapıyı açtı ve karşısında kahverengi saçlı, beyaz tenli ve yuvarlak yüzlü bir kızla karşılaştı. Kızın üzerinde beyaz bir sweatshirt ve kot pantolon vardı.

Ağaçların arasında dolaşmak için beyaz en doğru tercih değildi ama yargılamanın da bir önemi yoktu.

Aslında biliyordu ki kızı kapıda tutmalı ve kıza güvenebilmesi için birkaç soru sormalıydı öncelikle. Onun kötülerden veya onun canını isteyen insanlardan biri olmadığına inanmalı ve ondan sonra onu içeri alıp almamayı değerlendirmeliydi.

Lakin o kadar uzun zamandır insanlardan uzakta bir hayat sürmüştü ki Wanda, bunların hiçbirini yapmadı ve kenara çekilip kızı evine buyur etti.

Kadının kenara çekildiğini gören kız önce Wanda'nın gözlerine bakıp emin olmak istedi. Kadının onayladığını görünce içeriye adımını attı ve kapıdan geçer geçmez ilk yaptığı, tavanlardan ve köşelerden başlayarak evin her bir yanını incelemek oldu. "Burası... harika görünüyor. Keşke ben de burada yaşıyor olsaydım."

"Uzun süre kaldığında sıradanlaşmaya başlıyor," dedi Wanda kapıyı kapatırken. Kapı aralığından sızan gün ışığı tamamen kesildikten sonra ise "Çoğu zaman evde de değilim aslında," diye ekledi.

"Ben olsam hiç çıkmazdım."

"Çevrende böyle bir orman varken bile mi?"

"Orman tehlikeli bir yer..." arkasına baktı kız. "Ki ben de bu yüzden senin yanına geldim."

Kızıla Çalan || Wanda MaximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin