02 | İnsan & Kurt

112 11 1
                                    

Çimenlerin arasında bir tavşan dinleniyordu. Tüm gün koşturmanın ve zıplamanın yorgunluğuyla kendini yumuşak çimenlerin üzerine bırakmıştı. Kendini gizlediğini düşünüyordu, etrafındaki çimenler uzundu, onu gizliyor olmalıydı.

Etraf yeşildi, etraf çok güzeldi. Kelebeklerin bitkiden bitkiye haber taşıdığı, rüzgarın şarkı söylediği ve çimenlerin dans ettiği bu ortam ne kadar tehlikeli olabilirdi ki?

Ağacın yanından kafasını uzatmış olan kız da tavşana bakıyordu. Onun için de etraf yeşildi ama onun için etraf çok güzel değildi. Avlar hem çok kolaydı hem de karın doyurmuyordu. Tavşan ve sincaptan ötesi yoktu. Bir at, bir geyik olsa belki...

Dudağının kenarından çenesine bir damla salya aktı.

Salyaya gözyaşı eşlik etti. Gözünün önünde yatan ve neredeyse sırtında 'avla beni' yazan bir tabelayla gezen tavşana bakıp tavşanı yemeyi arzulayan kız, kendi arzusundan tiksiniyordu aynı zamanda. Leziz buluyordu ve leziz bulduğu için kendinden iğreniyordu. Eti pençesiyle derisinden ayırmak hem parmaklarını kaşındırıyordu hem de midesini bulandırıyordu.

Tavşana bakmayı kesti ve sırtını ağaca dayadı. Gözlerini kapattı ve kendine engel olmaya, dürtülerini bastırmaya çalıştı.

Mümkün değildi. Bir pres makinesinin gücünü dahi uygulasa yeterli içgüdülerini bastırması için yeterli olmayacaktı. Gün geçtikçe büyüyen ve gelişen kurt yanı bilincinde daha çok söz sahibi oluyordu. Tamamen kurda dönüşmediği, insan formunda olduğu zamanlarda bile mantığı, içgüdülerine karşı zayıf kalıyordu artık. Pençesi insan pençesi, dişleri insan dişleriyken bile bir kurt gibi düşünüyor ve bir kurt gibi acıkıyordu.

Kasabaya dönmek konusunda onu korkutan asıl şey buydu. İnsanların arasında zihni bu çatışmanın bir kurbanıyken gezemezdi.

İnsanlara duyacağı açlık bir yana, gördüğü her insan yüzü daha önce öldürdüğü insanları hatırlatıyordu artık. Yüzlerinin benzemesi gerekmiyordu, insan olmaları yeterliydi. Her insan suratı ve her insan sesini, her insan suratına ve her insan sesine benzetebilirdi. Artık insanların yüzlerine değil kokularına ve jestlerine dikkat ediyordu. İsimler ve suratlar gün geçtikçe daha da bulanıklaşıyordu.

Kurt güdüleri insancıllığını boğuyordu ve insancıllığı daha derine itildikçe, daha da boğuldukça yalnızca isimler ve suratlar değil her şey bulanıklaşıyordu.

Tüm o bulanıklığın arasında o beyaz tavşan bir yıldız gibi parlıyordu. Kadının göz bebeklerindeki karanlık bir karadelik gibi büyüyordu.

Tekrardan tavşana döndü ve ellerini yere koyarak, iki el ve iki ayağıyla çimenlerin üzerinde ses çıkartmadan yaklaştı. Vücudunun her bir karışını ayrıca kontrol ediyor ve asla kontrol dışı bir titreme ya da bir ses çıkartmıyordu. Soluk alışverişi düzenliydi, şişip inen karnını sarmış olan kıyafetlerin ses çıkartmasına da müsaade etmiyordu.

Elleri ve ayaklarıyla birkaç adım daha yaklaştı tavşana. Arkadan geliyordu, gölgesinin tavşanın üzerine düşmemesine dikkat ediyordu. Tepeden gelen güneş ışığını keserek dikkat çekmek istemezdi.

Dişleri insan dişiydi, gözleri insan gözüydü.

Ruhu da insandı... bir zamanlar.

Tavşanın üzerine saldırdı, hayvan fark edip kaçmaya davrandığında artık çok geçti. Kadının toprakla kirlenmiş elleri tavşanı iki yandan kıstırdı. Hayvanın küçük beyaz kafası kalmıştı dışarıda. Bir de ayakları, kurtulmak için çaresizce debelenen ayakları. Tavşan ne kadar çabalarsa çabalasın kadın için zor değildi onu tutmak. Ufak bünyesiyle uygulayabildiği kuvvet sınırlıydı.

Kızıla Çalan || Wanda MaximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin