"Ne gözyaşı hüznün, ne de tebessüm mutluluğun timsaliydi."
Tuhaftı insanoğlu. Düşünceleri, hissettikleri, kalbindeki o dünya yadırganacak kadar garipti. Bazen düşünüyordum, sonu ölümden başka bir şey olmayan, güçlü gözüken ancak ölümün soğuk nefesi durmaksızın boyunlarına çarpan insanlar, nasıl olur da fevkalade yaralar açabilir, yüreklerindeki asılsız düşünceleri zehir kıvamına getirerek, dilleriyle ve gözleriyle zehirleyebilirlerdi birbirlerini? Buna cevap bulmak epey güçtü benim için.
Var olduğum şu saniyede kendimi kıyıdakı kumsal gibi hissetmeme sebep olanın, kim olduğunu çözemiyordum. O muydu, ben miydim yoksa içimde kontrol ddemediğim duygular mı?
Bir taraftan güneş kavuruyor, diğer taraftan da okuyanus boğuyordu beni sanki. Seçim de yapmak mecburiyeti vardı omuzlarımda; ya yanacaktım, ya da boğulacak.
Hangisini seçmeliydim? Ona güvenmeyi mi yoksa tuttuğu ellerimi geri çekmeyi mi?
"Şimdi anlatamazsın.." diye mırıldandım kendi kendime, ay ışığına muhtaç gökyüzünde karanlığın bastıramadığı beyazlığıyla birlikte süzülen kar taneciklerini seyrederken. Bunu söylerken yanıbaşımdaki adamın kafasını salladığını hissetmiştim. Az önce söylediği şeydi bu. Sürekli şu anda anlatamayacağını söyleyip duruyordu. Söz vermişti anlatacağına dair. Ancak ne zaman olduğunu söylememişti.
"Sözünü tutacak mısın?" diye sordum, gözlerimi benden kaçırmaya çalıştığı gözlerine dikerken. Tereddütte kaldığı bir şeyler vardı. Sanki içinde onu rahatsız eden bir şey vardı ve tüm dikkatini onunla olan savaşına vermişti. Onu böyle durumda görmek ve hiçbir şey yapamamak güçtü. Ancak bu savaşın hangi sebepten başladığını bilmiyor olmam, kendimi aptal gibi hissetmeme neden oluyordu.
Ona güvenmeliydim, belki de. Çünkü içimdeki bir ses ona güvenmezsem, ruhumu esir alan pişmanlıktan kurtulamayacağımı söylüyordu.
"Eve gitmek istiyorum." dedim ne zaman kısıldığını bilmediğim sesimle. Eve gitmek istemiyordum; sabaha kadar burada, onun yanında kalmak istiyordum. Hiçbir tereddütte kalmadan kollarımı beline sararak ona tutunmak istiyordum. Ancak güçlü değildim bu kadar; bunu yapamazdım.
Kafasını salladı ve yavaşça oturduğu yerden kalktı. Kar taneciklerinin yüzeyine düşerek kaybolduğu denizden bir türlü ayıramadığım gözlerimi, bana uzatılan bir el olduğunu hissettiğimde ayırarak elini tuttum ve ayağa kalktım. Ufak çabalarım sonucunda kuma bulaşmış pardösümü biraz temizlemiştim, gerisini de evde hallederim diye düşünerek birlikte arabaya doğru yol aldık.
Bana öyle biri olmadığını söylediğinde, gözlerindeki samimiyeti hissetmiştim. Hayır, fakir bir annenin, mağazada bir oyuncak görüp onu almak isteyen çocuğuna 'sonra alırız' derken gözlerinde istemsizce gün yüzüne çıkan teselli edici ifade, sevdiğim adamın sesindeki ve gözlerindeki ifadeyle aynı değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Still With You
Fanfiction"Hastanın kanında yayılan zehirin etkisini azaltmak için panzehiri enjekte eden doktor düşün. Ancak, Jeon, zehir de, doktor da sendin." [ Rosékook ] ©2020-2021┆Laun