İnsanların benimle ilgili ne düşündüklerini bilemezdim. Nasıl biri olarak bilindiğimi de bilemezdim; bazıları vardı kendi kalplerine göre tanımlardı beni, bazıları vardı kendimi gösterdiğim kadar tanımlardı beni. Bu küçük kasabanın bir köşesinde yıllar önce eğitim aldığım küçük, devletin pek de özen göstermediği, sayılı öğretmenlerin ve birkaç öğrencinin olduğu kızlar okulunda sınıf arkadaşlarım vurdumduymaz olarak tanımlardı beni.
Hoş, gücenmezdim de, belli ki dıştan öyle gözüküyormuşum diye düşünürdüm. Küçük ve bakımsız ama bir o kadar da tatlı okulumda hiç kimseyi yakınımda barındırmazdım. Yakınımda derken, konuşurdum ara sıra, konular açar sohbet ederdik kızlarla, her ne kadar konuları açan taraf onlar olsa da; mesafenin önemi yoktu benim için, tam dibimde olsun, kilometrelerce ötemde önemsizdi. Sadece iç dünyamda barındırmazdım kimseyi. Bilmiyorum, güvenemiyordum, oysa birilerine karşı güvenimi yitirmem için herhangi bir nedenim olmalıydı değil mi? Ama o da yoktu, belki de korkaktım.
Bazen düşünürdüm, sorardım kendime, gerçekten hissiz miyim, diye. Cevap da bulamazdım. Yıllar önce her akşam yorucu ödevlerle geçen günün ardından okulumuzun en üst katında sınıfımızdaki kızlarla kaldığımız bir yatak odası vardı. Dokuz ya da onuncu sınıftık o zamanlar; kızlar bir yatak başında toplanır teker teker cumartesi ve pazar tatillerini anlatırdı. Daha doğrusu gönlünde çiçek açmış kızlar anlatırdı çoğu şeyi, kalbindeki çocuğu sanki dünyanın kurtarıcısıymış -oysa dünya hâlâ en dibe doğru sürükleniyordu- gibi anlatırdı, nerede buluştuklarından, nasıl bakım yaptığından, saçından, görünümünden söz açardı hepsi teker teker.
Ben ise dışarıdan utançverici olduğunu bildiğim hâlde kendi yatağımda uzanıp kitaplar okurdum. Gözlerim kelimelerle oynarken, kulaklarım kızlardaydı. Fakat ara sıra gülmeden geçemezdim anlattıklarına karşın; çünkü şimdiye kadar duyduğum o 'büyük' aşklara hiçbir zaman gıpta etmemiştim, kitaplardakine ettiğim kadar. Kitaplardaki görmesem bile iliğime kadar işleyen aşk hikayelerini okumayı, kızların sadece görünüşten ibaret olan aşk hikayelerini dinlemeye yeğlerdim doğrusu.
İnsanlar görünümleriyle değil, ruhlarıyla sevmeliydi birbirini. Şayet insan kalbini sevdiğinin güzel ve bakımlı saçlarına, güzel gözlerine, dudaklarına, kusursuz yüzüne bağlasaydı, o saçlar bakımsız olduğunda, o yüz kusurlarla dolu olduğunda elbet bir gün ayrılık olurdu. Fakat eğer iki ruhun kalbi birbirine bağlanırsa, hiçbir şey ayıramazdı onları. Ayrılmak onlara acı verirdi yalnız, çünkü iki ruh da bağlıydı birbirine. Ve insanlar bu acıyı çekmek için fazla korkaklardı.
Her sohbetin sonunda herkesin odağı olmak da gericiydi. Bilmiyorum utandırmak mı istiyorlardı yoksa gerçekten merak mı ediyorlardı? İlla dudaklarındaki aptalca sırıtış eşliğinde, "Sevgili Madam Roseanne, var mı senin örümcek ağı kaplamış gönlüne girmeye cesaret eden kişi?" diye sormadan bitmezdi gün. Hoş, umursamazdım da bu tavırlarını, çünkü umursamam için hayatımda herhangi bir mevkiye sahip olmaları gerekirdi değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Still With You
Fanfiction"Hastanın kanında yayılan zehirin etkisini azaltmak için panzehiri enjekte eden doktor düşün. Ancak, Jeon, zehir de, doktor da sendin." [ Rosékook ] ©2020-2021┆Laun