Bazen dilini bilmediğim yabancı bir ülkedeymişim gibi hissediyordum. Etrafım insanlarla dolu, tam tepemde gökyüzü var lâkin hiç kimseye derdimi anlatamıyorum bir türlü. Piano tuşlarının, keman tellerinin arasında sıkışıp kalmış gibiyim sanki. Hareket etsem ezilecekmişim, kesilecekmişim gibi; oysa çoktan ezilip kesilmişim ben.
Bir gün durdum öylece aynanın karşısında. Gözlerimi kısarak, yabancı aynı zamanda kaba bir bakış attım kendime. Aslında böyle kaba birisi değilimdir lâkin bahis kendim olunca bağımsızca oluyor bu küstahlık. Lüzumsuz kaba dolu bakışlarımla kendimi süzerken düşündüm bir süre. "Şayet annen yaşasaydı ne derdi sana? Yine sever miydi seni? Sözünü tutmasan da çekmez miydi ellerini ellerinden?" diye sordum kendime.
Yine bana kaç yaşında olursam olayım onun gözünde küçük bir kız çocuğu olduğumu söyler miydi? Hâlbuki ben, "Sen gerçekten büyümüşsün, sözlerini tutmayacak kadar büyütmüş seni evren." diyeceğini biliyordum, kırılgan bir şekilde. Lâkin diyemezdi, demeyecekti. O yoktu ve hiçbir zaman olmayacaktı. O sadece parlak yıldız olarak gökyüzünde, merhem, aynı zamanda cam parçası gibi kalbimde kazınmıştı. Ondan bana kalan tek şey anılar ve tuttuğum sözdü.
"Kızın sonunda kendi ayakları üzerinde durmaya başladı." dedim alayla kendi kendime gülerek. Bu alay dolu tavır ise kendimeydi. "Durabiliyor mu? Orası muamma."
Elimdeki renkli kağıdı dikkatli bir şekilde makasla keserken aynı zamanda boşluğa konuşuyordum. Birkez daha iyi ki dedim; iyi ki o zaman annemin mezarının Yeni Zelanda'da değil de Busan'da olmasını istemiştim. Sanki evren ta o zamanlar böyle bir şey olacağını biliyormuş da benden bağımsızca yüreğime salmıştı bu isteği. Belki evren benim yanımdaydı, kim bilir?
"Dükkanını işletiyorum. Bu aralar satışların pek iyi olduğunu söyleyemem ama yine de iyi olmaya çalışıyorum."
Kağıtlardan küçük çiçekler hazırladıktan sonra her birini yanımdaki çubuklara geçirdim. Bağdaş kurduğum ayaklarımı kendime çekerken çenemi dizime koyup elimdeki bir ucunda kağıttan çiçek olan çubuğa baktım. Yıllar sonra onu ziyaret etmek çok değişikti. Yıllardır görmüyor, duymuyordum onu; oysa uzun süre ayrılığın ardından onunla karşılaşmak, "Daha da güzelleşmişsin." demek isterdim. Fakat ortada değiştiğini görebildiğim tek şey kuruyan topraktı.
"Umarım bana kızgın değilsindir." dedim kısık sesle. Zaten kendime yeterince kızgın ve kırgındım. O adamla arasında geçenlerden haberim yoktu.
İçimdeki kasvet dolu nefesimi dışarı verdikten hemen sonra burukça gülümseyerek mezarının hemen yanına geldim. Kenardaki taşlardan birine otururken uzun uzun baktım ismine.
Kabullendim artık benden gittiğini. Alışmam gerekiyordu yoksa elde edeceğim şey yenilgiden başka bir şey olmayacaktı. Niyetim kazanmak da yenilmek de değildi. Sadece hayatın hedefinde bulunmak istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Still With You
Fanfiction"Hastanın kanında yayılan zehirin etkisini azaltmak için panzehiri enjekte eden doktor düşün. Ancak, Jeon, zehir de, doktor da sendin." [ Rosékook ] ©2020-2021┆Laun