1.8

1.7K 188 191
                                    


merabaa

oy ve yorum atmayı unutmayın, iyi okumalar <33



Güneşin tepeden vurup Kasım ayının dengesiz havasını ısıtmaya çalışan sert ışınlarının, çimenleri pırlanta gibi parlattığı ve ufak, çiçeklerle dolu renkli bahçenin içinde koşturma arzusuyla bir kemik parçasının ardından çırpınan cılız bir kalbi fazlasıyla terleten, çift bir sayıyı gösteriyordu akrep.

Her ne kadar hava ve etraftaki çiçekler bu kadar güzel de olsa, Choi Soobin'in içinde büyük bir sıkıntı vardı ve her geçen saniye dışarıya taşacakmış gibi hissetmesine engel olamıyordu. Boğazına yapışan acı tat, dışarıya çıkmak için bıçak misali dilini kesen kelimelerin hissiyatı rahatsız edici olmaya başlamıştı.

Diğerinin sırtını yasladığı ağaç, sayısız yaprağıyla onu altına almış saklıyordu sanki siyah saçlı olandan. Hafif bir meltem aralarında gidip geliyor, birkaç çekirge dışında tek bir ses ilişmiyordu kulaklarına.
Gökyüzü dahi dalga geçer gibi masmaviydi bugün, tek sorun ta kendisi miydi acaba? Günü berbatlaştıran, buna sebebiyet veren, yeterli olamayan?

Dudaklarından sinirli bir kıkırtı kaçarken başını sağına çevirmiş, bakışlarını ölü birkaç kasımpatının üzerinde gezdiriyordu. Bir gün öncesine kadar capcanlılardı, fakat ani çocuk baskınıyla çoğu topraklarından ayrılmış, taç yaprakları teker teker koparılmış şekilde çimenlerin üzerinde acınacak hâldelerdi.

Soobin kasımpatılardan nefret ediyordu.

Özellikle de bugün.

Elinde birkaç kasımpatıyla ve kör gözleriyle aptalca gülümserken, Choi Yeonjun'un çıkagelmesiyle o an orda ne varsa nefret etti.

"Uzun sürmüştü." diye mırıldandı Yeonjun tekdüze, donuk bakışlarını ayaklarının yakınlarında gezdirirken. "İkimizde ciddi değildik zaten."

"Kendi adına konuş." Soobin sakin kalmaya çalışarak başını genç çoçuğa çevirdi omuz üstünden. "Senin gibi duygularla oynamam ben Yeonjun, ciddi olup olmaman umrumda değil ama ben hiçbir zaman, sana kıyasla..." histerik bir gülüşle gözlerini kaçırdı. "herneyse işte."

"Görüşemiyorduk bile, boş vaktimin olmadığını biliyorsun, bana kırılman çok saçma."

Soobin, o an gördüğü Yeonjun'u tanıyamıyordu. İlişkileri hiçbir zaman bu kadar rahatsız hissettirmemişti, ya da o hiçbir zaman bu kadar duygusuz bakmamıştı gözlerinin içine.

"Sana kırıldığım yok." diye mırıldandı Soobin sessizce. "Sadece bu 'uzun süreç' içinde seni tanıyamamış olmak canımı yaktı."

Yeonjun başını tekrar eğdiği sırada boğazına takılan yumru zar zor aşağıya inmiş, dolan gözlerini saklama ihtiyacıyla kaçırdığı bakışlarını da altında ki çimenlere dikmişti. "Üzüldüm." diye mırıldandı titremesine engel olamadığı kısık bir sesle. "Bir dahakine daha dikkatli olursun, insanları tanıma kısmında."

"Öyle yapacağım."

Toprak tozlarının yapıştığı ince parmakları, az önce bir taşın üstüne düşüp kanattığı dizi ve dağılmış kahve saçlarıyla berbat gözüküyordu Yeonjun, en az ağzından çıkıp Soobin'i ve attığını unuttuğu kalbini düşünmeden ettiği kelimeler kadar kırık ve berbat.

Son günlerde ne değişmişti pek bir fikri yoktu fakat duygularında bir farklılık olduğu apaçık belliydi. En basitinden, Soobin'in aşık olduğu, evlerinin önündeki çiçek bahçesinde artık vakit geçirmiyorlardı. Gerçi Yeonjun pek sevmezdi çiçeklerle ilgilenmeyi, yine de sırf Soobin'le vakit geçirmek için saatlerce çiçek çeşitlerini araştırır, bir araya geldiklerinde uzunca öğrendiklerini anlatırdı.

boy with flowers | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin