2.0

1.7K 169 344
                                    


(medyanın bölümle uzaktan yakından alâkası yok ama yazarken bunu dinliyordum, kalsın istedim)

aşırı gerildim ama merabaaa

umarım bir hatam yoktur ama görürseniz çekinmeden belirtebilirsiniz, hatta minnet duyarım.
oy vermeyii ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen çok çok özledim, hem yazmayı hem sizi hem de yorumlarınızı ben ağlamadan (yer arıyorum çünkü) buyrunn iyi okunmalarr <33







Sıklıkla savunmasız hissettiğim anlar olur.

Fakat bu defa beni savunmasız hissettirenin ne olduğu hakkında en ufak fikrimin olmayışıyla beraber tam olarak ne hissettiğimi, hatta hissetmem gerektiğini bile bilmiyorum. Zaman durmadan akıyor, oldukça durgunum, kafamda dönenlerin hışırtıları kulak gıcırdatmasına rağmen anlık etrafımda tek bir ses bile yok; her şeye karşı bitik hissediyorum lakin hissettiklerimin ucu yine bana batıp bende kayboluyor, içim boğuluyor öylesine, kimsenin ruhu duymuyor ama ben çok yoruluyorum öylesine olan her şeyden.

Beomgyu'nun dün gece attığı fotoğrafla geçirdiğim saatler doğrusu pek açıklık getirmedi hatıralarıma. Yine de fotoğrafı gördüğüm süreçten itibaren geçen yalnızca bir saat, kör gibi geçirdiğim bir buçuk yıla tekabül eder gibi gelip üzerime çöktü.

Bir buçuk yıl boyunca, kim olduğunu bilmeden, belki kasıtlı belki de savunmasızlıktan kaybettiğim geçmişten bihaber yüzüne baktım ve ona seslendim, bu benim için bir hobiye dönüşmüş olsa da onu kızdırdım, kahvelerinde gördüğüm yansımanın ne denli ufaklaştığına şahit olup hissiz sandığım harelerinin ışıltılarını onun yatağına girdiğimde, hava aydınlanmadan dakikalar öncesinde parmak uçlarımdan başlayarak vücuduma yayılan sıcaklıkla farkettim; Choi Soobin'in bana karşı olan ve soyut sandığım kızgınlığı/nefreti, alıp verdiğim nefeslerin boğazıma sarılır gibi beni boğduğu, aydınlanmamış bir sabahın köründe somutça düştü avuçlarıma. İçten içe farketmişliklerim olmuş da olsa, gözlerim yeni yeni açılmaya başlamıştı en nihayetinde.

Seul'ün dengesiz havası son birkaç gündür olduğu gibi yine bozacağını haber verip griyle bezeli bulutlarını üzerime çekerken dizlerime sardığım kollarımı sıkılaştırmış pantolonuma bulaşmış toprak tozlarını seyretmekle meşguldüm bir süredir. Hava olabildiğince temizdi, annemle beraber yerleştirdiğimiz aralıklı, ufak taş yolun üzerinde çiçeklerimin arasında oturuyordum ve zamanın durmayışına hayıflanmak, en azından bu şekilde hareketsizce otururken içimden pek gelmiyordu. Doğrusu hiçbir şey içimden gelmiyordu, yitirip gitmek hatta hiç hatırlanmamak istiyordum, illa yine zamanın asla durmadığı bir an bu düşündüklerim bana saçma gelip yalnızca ruhumu boğduğuyla kalacaktı ve belki geçirdiğim şu dakikaların ilerde pek bir önemi olmayacaktı.

Pekâla ki, yaz aylarının birindeydik, grip olduğumdan mı bilmiyorum içimde anbean büyüyen bir zemheri vardı ve içten içe üşümem, oralarda açtığını bile yeni farkettiğim bir papatyanın tazecik yapraklarını arasına almış parmaklarıma vurmuştu. Rüzgarın şiddetine bağlı artan hışırtılar ve eş zamanlı hafiften uzamaya başlamış kırmızı tutamlarımın önüme savrulması normal şartlarda rahatsız edici olup eve çekilmemi sağlardı ama bu defa umursayamadım ve dakikalarca çiseleyen yağmur damlaların altında oturdum. Islanan toprağın kokusu burnuma yükselmeye başladı bir süre sonra, çektiğim nefeslerin yoğunluğu da artıp neredeyse duracak yavaşlıkta atan kalbimin hareketlerini canlandırdı. Yağmurdan hoşlanmıyordum, hiç hoşlanmıyordum hatta. Fakat sanki Seul benden dehşet derecede nefret etmeye başlamıştı ve tam da zamanına denk gelen hayatımın en tuhaf bir haftası gün yüzü göstermemek için büyük bir çabanın içerisine girmişti.

boy with flowers | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin