1. "KARANLIKTA AÇAN ÖLÜM ÇİÇEĞİ"

161 12 43
                                    

Okumaya başladığınız saat ve tarihi alalım buraya.

Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar! 🖤

Bölüm şarkıları;
Pinhani&Cihan Mürtezaoğlu, Bir Beyaz Orkide
Haluk Levent, Zifiri
Ceylan Ertem, Çaresiz

1. "KARANLIKTA AÇAN ÖLÜM ÇİÇEĞİ"

13 Ekim, 2020/ Balıkesir, Erdek

Hayatımın diğer adıydı, ölüm. Ölümü yaşıyordum. Yaşarken ölüyordum. Yaşayan bir ölüydüm. Denizin üstündeki yansımamın gözünden düşen yaşın silinip yok oluşunu izledim. Durgun bakan gözlerimin içinde büyüyen zifiri karanlığın kalbimi yavaş yavaş içine çektiğini, bir daha atmamak üzere son ritimlerini göğsüme vurduğunu düşündürtecek kadar yavaş olmasının farkındalığıyla üşüyordum.

Üşüyordum. Üşümekten ölesiye nefret ediyordum. Beni üşüten soğuk bana çeyrek kalmış ölümü hatırlatıyordu. Belki de bu yüzden adım Lavinya'ydı. Karanlıkta açan ölüm çiçeğiydim. Denizin üstünde dalgalanan görüntüsüne rağmen keskin yüz hatlarını gizleyemeyen saçlarının uçuştuğu kıza baktım. Lavinya Kanehir'in yüzünde ölüm vardı. İçinde küçük bir kızın cenazesini taşıyordu. Çürümüş bir tabuttum.

Adım Lavinya Kanehir.

Kan ve nehir. Kanehir.

Kambur kalbim kaburgalarımın altında gittikçe daha da büzüştü, küçüldü. Damarlarım soğuğun etkisiyle çoktan çekilmişti zaten, yanıyordu. Sert bir rüzgârın esmesiyle geçmişin bile üstünü örtemediği sağ kaşımın hemen üstündeki yara izinin gerilmiş dokusu daha da gerildi ve etime pençesini geçiren soğuk canımı acıttı. Keşke acıyan tek yerim kaşımın üstündeki iz olsaydı.

Şimdi kaşımın üstü sızım sızım sızlıyordu. Sızlayan tek yerim kaşım değildi.

Yağan yağmurun hırçın sesleri bulunduğum sahili inletiyor, hemen arkamda aramızda sadece yürüme yolu olan çocuk parkının üzerine dökülen yağmur damlalarının çıkardığı sesler acı çeken çocukların çığlıklarına benziyordu. O çığlıklardan birinin de bana ait olduğunu biliyordum. Gözlerimi yumduğum sırada denizin üstündeki yansımam gözlerini açmış, öylece bana bakmaya başlamıştı. Bakışlarının ağırlığı da omuzlarıma çöktüğünde elimi oturduğum kayanın üstüne koyarak dengede durmaya çalıştım.

Artık uzun saçlarım ve gür kirpiklerim bile bana yük gibi geliyordu. Bu yüzden saçlarımı yolduğum oluyordu. En acı olanıysa saç tellerimi koparırken dışarıdan herkesin onları okşuyorum sanıyor olmalarıydı. Yağan yağmur damlaları saçlarıma düşüyor, kafamın üstünde ağırlık yapmış parmak izlerini temizliyordu. Üstümdeki trençkotuma rağmen sırılsıklamdım.

Saatlerdir bu yağmurun altında, göğsümdeki yarıktan kan boşalmıyormuş gibi, kan kaybından bir kez daha ölmeyecekmişim gibi ıslanmaya devam ediyordum. Şafak yeni yeni sökmüştü ve öten kumruların sesi beni geçmişe götürmek için uzatılan el gibiydi. O eli ittim ama gözümün önüne gelen yüzü itemedim. Yumduğum gözlerimi hızlıca açtığım an yanıma birinin oturmasıyla dondum. Donan ruhumdu. Bedenimde hiçbir kas kütlesi yerinden oynamamıştı.

Yanımda oturan kişiye bakmıyordum. Kim olduğunu bilmiyordum. Şimdi içimin on üç kat altındaydım. Nehire doğru ilerliyordum. O nehire girecek, kan kaybıyla bir kez daha ölecektim ama bir şey oldu. Kokusunu soludum. Anlam veremediğim ama garip bir şekilde hoşuma giden bu kokunun ismini aradım. Kaşlarım sertçe çatıldı. Bulamıyordum. Burnumu yakacak kadar sert ama ciğerlerime indiğinde içimi yumuşak olan bir kokuydu. Anlatamadığım türdendi. Bu koku hakkında tek söyleyebileceğim şey; zifiriydi.

ZİFİR ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin