1.Bölüm

166 16 36
                                    


*

"Risin, nereye daldın yine?" Aida'nın sesli ikazıyla oturduğum sandalyede irkildim.

Önüme dikilmiş elindeki su şişesini bana uzatıyordu. Karşılık vererek şişeyi aldım ve aşağı doğru kaymış olduğum sandalyede doğruldum. Sıkıca kavradığım su şişesine bakınıyordum dalgınca.

"Susadım demiştin, içmeyecek misin?" dedi Aida merakla.

"Haklısın, susadım ama..."
Derince bir nefes doldururken ciğerlerime, istemsizce kaşlarım havalandı. Su şişesinin henüz açmadığım kapağını inceliyordum. Bu eskiden kalma bir alışkanlıktı.

Daha önce açılmadığına kanaat getirdiğimde şişenin kapağını açtım.

Şişedeki suyu yudumlarken yan yana sıralanmış olan havalimanı sandalyelerini süzüyordum. Gece olmasına rağmen kalabalığından ödün vermiyordu.

Meraklı ifadesine eklenmiş şüpheyle sordu Aida "Bir şey mi oldu?"

Dudaklarımdan indirdiğim şişenin kapağını geri kapattım ve cümleme kaldığım yerden devam ettim.

"İçimde kötü bir his var sadece. Hani olur ya, bazen sebepsizce kötü bir şey olacakmış gibi hissedersin."

Omuz silkerek "Fazla takıyorsun kafana bence. Bende bazen, hatta çoğu zaman öyle hissederim ama bir şey olduğu yok, görüyorsun. Hem şu anda mutlu olman gerekmez mi, İrene'i görmeyeli kaç gün oldu?" dedi.

Beni rahatlatmak istermişçesine tebessüm ediyordu, ifadesine karışmış olan acımayı gizleyemeyerek.

Yaşadıklarımdan sonra toparlanamadığım ve eskisi gibi olamadığım doğruydu sonuçta. Ne bekliyordum ki, her şeyin eskisi gibi olacağını mı?

"Haklısın, belki de çok takıyorum kafama," dedim, Aida'nın beni geçiştirmeye çalıştığını fark ederek konuyu kapatırken.

Neredeyse iki hafta olmuştu şehir dışına çıkalı İrene. Birden gelişen olayların sonucunda birkaç günlüğüne ülke dışına gitme kararı almıştı.

Biz daha ne olduğunu anlayamadan apar topar ayrıldı şehirden. Sözde birkaç günlük olan yolculuğu bir haftayı aşınca endişelenip ulaşmaya çalıştık, tabii ne tam olarak gittiği  yeri biliyorduk ne de telefonuna ulaşabiliyorduk.

Tam polise kayıp ihbarında bulunmuştuk ki, bu günün erken saatlerinde Aida'nın aramasını cevapladı. Ona bu gece uçağının ineceğini ve gelip onu karşılamamız gerektiğini söyleyip telefonu kapatmış gerçi.

Aida, İrene için endişelendiğimi anlamış olacak ki yüzünde alaycı bir ifadeyle, "Bilirsin, İrene abartmayı seven biri," dedi.

İç çekerek duvarda asılı duran büyükçe saati kontrol ettim.
"On bir buçuk oldu saat. Hâlâ inmedi mi İrene'in uçağı?"

"Çoktan inmiştir de şu anda bavullarla filan uğraşıyordur. İki günlük tatil için bile yanına iki haftalık kıyafet alıyor. Çıkınca görürüz, zaten çıkan herkes buradan geçiyor değil mi? Yoksa başka çıkış var da bizim mi haberimiz yok, belki de yoktur?" dedi, yarısına kendisinin cevap verdiği tek taraflı konuşmasında.

"Aida çok konuşuyorsun!"
Arkamızı dönüp gelen sitemkâr sesin sahibine baktık.

"İrene!? Sen, ne zaman önümüzden geçtin?"
Aida şaşkınşıktan durduğu yerden fırlayıp İrene'e sarıldı. Yanağına art arda kondurduğu öpücükler kulak çınlatacak cinstendi.

Kör KuzgunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin