hürkan bir benzinlikte durmuş yolda atıştıracak şeyler ve benzin alıyordu. tabii ben de o sırada köşede kalan ve açık alanda duran bir bankta yaktığım sigaramı içiyordum.
elindeki ufak poşetle yanıma geldiğinde kafamı kaldırıp gülümsedim. o da aynı şekilde gülümseyip banka oturdu ve parmaklarım arasındaki sigarayı alıp kendi dudaklarına götürdü. bu yaptığıyla oldukça şaşırmıştım, çünkü daha önce sigara içtiğini görmemiştim.
derince içine çekti. başını havaya kaldırdı ve dumanı üflemek yerine ağzını aralayıp havaya karışmasını bekledi. saniye saniyesine kaçırmamak ister gibi yarı açık ağzımla onu izledim. yüzüne vuran güneş, kirpiklerinin gölgesini göz kapaklarına düşürüyor, ayrıca yüzündeki bütün kusurlarını da ortaya çıkarıyordu. bu onu daha da eşsiz yapıyordu tabii. kafasını biraz yana eğip bana baktığında gülümsediğimi fark ettim. garip bir ifade takındı ve elindeki sigarayı yere atıp topuğuyla ezdi.
"geç kalmayalım." dedi sessizce. ayağa kalktı ve bir elini bana uzattı, tutarak kalktım ve arabaya bindik.
yolda ara sıra durduk ve ihtiyaç molaları verdik. onun dışında gayet hızlı geçmişti. genelde hürkan arabayı kullanmış, bense yan koltukta uyumuştum.
hürkanın bana seslenmesiyle gözlerimi araladım ve etrafa bakındım, "geldik." dedi, arabadan iniyordu. kendime gelmeye çalışıyor, gözlerimi ovuşturuyordum. kapımı araladı, zar zorda olsa çıktım ve gerindim. "bavulları ben alırım. sen arabayı kitle." diyip anahtarı bana attı. bagajı açtı ve bavulları alıp tam karşımızdaki binaya ilerledi.
anlayamadığım bir acelesi vardı. belki de daha kendime gelememiştim ve ağır haraket etmek istiyordum.
açtığı bagajı kapatıp arabayı kilitledikten sonra peşine takıldım. demir kapının önüne geldiğimizde zilleri inceledi ve 2. olana bastı. kapı çok geçmeden garip bir ses çıkarıp açıldığında içeri geçti. onu takip etmeye devam ettim.
birkaç adımlık merdiveni çıktığımızda zaten açık olan daire kapısına ilerledi.
"ooo reis hoş geldin." gelen sesle kafamı uzatıp içeriye baktım, hürkandan azda olsa kısa olan ve oldukça 'hoş' bir çocuk gördüm. emre o olmalıydı.
hürkanla sarıldılar, ardından hürkan elindeki bavullar ile içeriye girdi. "selam." dedi o sırada emre bana elini uzatarak. "selam" dedim ben de, elini sıktım. "geçsene içeri." sesi biraz pürüzlü ve boğuktu, hasta olduğu için olmalıydı. kafamı sallayıp içeriye girdim.
oldukça sade ve güzel bir evi vardı. bana salonu gösterdi, ardından hürkanın yanına gideceğini söyleyip odadan çıktı. onları beklerken ortalağı inceledim. değişik bir ortamdı.
raflarda değişik fotoğraflar vardı. ayağa kalktım ve daha yakından bakmak için rafa ilerledim. hürkanla, başka arkadaşları veya kardeşleriyle *kim olduklarını bilmiyorum* ve sanırım ailesi olan insanlarla bir sürü fotoğrafları vardı. gülümsedim.
"ya abi ne bileyim ömerin ailesi falan geldi işte birkaç sıkıntı çıktı." raftan uzaklaşıp kapıya döndüm. rastgele kulak misafiri olduğum konu benimle ilgiliydi, sözlerini kestim; "üzgünüm. eğer gecikmemizden bahsediyorsanız benim suçumdu." dedim mahçup bir şekilde. emre gülümsedi ve kendini koltuğa attı. "sorun yok. zaten o kadar da kötü değildim, hürkanın gelmesi için abarttım sadece." güldüm.
"vay şerefsizzz" dedi hürkan da gülüp kendini emrenin yanına atarken. "endişelendim oğlum salak mısın?" emre bir kahkaha atıp kolunu hürkanın omzuna attı. "tamam kes de misafirimizle tanışayım." beni kastettiğini anladığımda karşılarındaki koltuğa oturup samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. "ömer ben, çok memnun oldum. sana yük olmak istemezdim ama hürkan ısrar etti." güldü yine, fazla neşeli bir çocuktu. "yük olacak ne var? sanki çocuk bakıyoruz."
"emre ben de. hürkan senden çok bahsed-" hürkan emreyi dirseğiyle dürttü. *sahte öksürükler* "ha şey ben de çok memnun oldum." gülümsedim. "aç mısınız bir şeyler söyleyelim." konuyu değiştirme çabalarını fark etsemde çok takmadım.
"ben değilim. gelirken yol üzerinde yedik bir şeyler." emre kafa sallayıp hürkana döndü. "ben de değilim." yemek konusu burada tamamen kapandı ve konu çok ayrı yerlere döndü.
bir anda oluşan samimi sohbet beni acayip sararken, hürkan sürekli nabzımı ölçüyor, eğlenip eğlenmediğimi kontrol ediyordu. bu ne kadar itiraz edip beni rahatsız ettiğini söylemek istesemde çok hoşuma gidiyordu.
--uzun bir süre sonra--
salonda oturmuş telefonumla ilgileniyordum. emre uyuyordu ve hürkan duş alıyordu. salonun kapısı aralandı, gözlerimi telefonumdan çekip kapıya sabitledim. içeriye hürkan girdi.
"siktir *öksürükler*"
altında kasıklarının bile altında olan ve dizinin üzerine gelen bir havlu vardı, üstü çıplaktı, elindeki saç havlusuyla saçlarını karıştırıyor/kuruluyordu.
kafasını kaldırana kadar onu süzdüm; oldukça yapılıydı, teni açıktı ve üzerinden birkaç su damlası süzülüyordu. istemsizce gözlerimle su damlalarını takip ediyordum.
açık konuşmak gerekirse onu bu anlamda daha önce süzmemiş ve duş sonrası görmemiştim.
biraz daha ayakta dikilip karşımdaki koltuğa attı kendini. gözlerim biraz açılan havlusuna kaydı. içimden bir küfür savurup gözlerimi gözleriyle buluşturdum. sırıttı. saç havlusunu iki eliyle sıkıştırdı ve bana fırlattı.
"napıyorsun?" dedim havluyu suratımdan çekip tekrar ona fırlatırken. "ne bakıyorsun?" dedi o da, kaşlarını kaldırdı alay eder gibi. omuz silkip gözlerimi devirdim. "bakmak yasak mı?"
baş ve işaret parmağını çenesine koyup düşünüyormuş gibi yaptı. "bilemiyorum. 100 lira ateşlersen neden olmasın." güldüm. "100 liramı daha güzel şeyler için harcayabilirim. kalsın." havluyu tekrar fırlattı. "öyle olsun... pislik."
--bölüm sonu--
umm... hey!
sanırım. geri döndüm.?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗰𝗮𝗳𝘂𝗻𝗲 ༆𝗽𝗼𝗿𝗴𝗼𝗹𝗮
Teen Fictionhayatını, sigara ve birkaç bira şişesiyle evinde sürdüren ve depresyonun farklı bir boyutuna ulaşan ömer, hayatına giren hürkan sayesinde içine düştüğü karanlık yüzünden asla ulaşamadığı ışığı bulur. hürkan, ömer'in hayatının nasıl ilerlediğini ve n...