hürkan kapıdan çıkıp giderken sadece onu seyrettim, hızla çarptığı kapının sesi odada yankılanırken hiçbir tepki veremedim. o kadar boştu ki onun beni bırakıp gitmesini izlerkenki bakışlarım, ruhumun yerinde olup olmadığını kontrol etmek istemiştim. tüm bunlar olurken gözlerimden sayamayacağım kadar hızlı akan gözyaşlarımı fark etmem fazla uzun sürmüştü. yere çöküp titreyen ellerimi durdurmaya çalıştım. o kadar boktan bir durumun içindeydim ki. ne istiyordum? hürkanı seviyor muydum? ece sadece bir takıntı mıydı? kimi istiyordum..? hiçbirinin cevabını bilmiyordum. çığlık atmak istedim. hıçkırıklarla sesim çatlayana kadar bağırmak, belki iyi gelebilirdi.
"ömer. orada mısın?" kulaklarıma yeniden dolan sesin verdiği acı; vücudumdaki bütün kemiklerin kırılmasına eş değerdi benim için. sesim çıkmıyordu, konuşamıyordum, dilim tutulmuştu. "istersen seni başka bir zaman arıyabilirim." demişti o sırada anlamış gibi. sanki yanımdaymış gibi başımı olumlu bir anlamda salladım ve telefonu hala titriyor olan ellerimle kapattım. hiç düşünmeden bir kenara fırlattım ve kafamı ellerim arasına aldım. yeniden yerine geliyordu duygularım, bir anda yok olmuşlardı az önce. hem tiriyor, hem hıçkırıyor, hem de ne yapacağımı düşünüyordum ama aklımda hala en ufak bir şey yoktu.
hürkanın peşinden mi koşturmalıydım? belki de sadece eceye odaklanmalıydım. evet... zaten hürkan neydi ki benim için? sadece bir arkadaştan ibaretti. benden hoşlanıyor olabilirdi, ama ona karşı bir şeyler hissetmiyor(muydum?)dum ve bu aramızda başka şeyler olmasını engelliyordu.
o zaman neden onu öpmek istedim?
iç sesime bir çığlık atıp iki elimin arasında tuttuğum kafamı iç sesimi boğuyormuş gibi sıkarken o kadar iğrenç hissetmiştim ki. ne yapıyordum..? neler oluyordu..? ondan hoşlanıyor muydum..? neden bana böyle hissettiriyordu? ece tekrar bana dönmüşken bile, bu kadar karmaşanın içinde onu düşünüyordum. o hep kafamı bulandırırdı zaten, her zaman işgal ederdi düşüncelerimi. gülümsedim nedensizce. yüzüm sırılsıklam olurken gözyaşlarımdan, sırıttım onu düşünüp. sonra kızdım kendime, gariptim o aklımdayken. kendimi sürekli ona kaptırıyordum. hıçkırıklarım arasında bir küfür savurdum ve kalkarak banyoya koştum. soğuk suyu açıp birkaç kere yüzüme çarparak kendime gelmeye çalıştım.
nefeslerim yeni yeni düzene girmişti. aklım bir yandan ecede, bir yandan da hürkandaydı, hala ne yapacağımı bilmiyordum. çıktım banyodan; daha önce komodinin üzerine bıraktığım sigara paketimden bir sigara alarak hala titriyor olan parmaklarımın arasına sıkıştırdım. çakmağımı da kaptım ve sürgülü cam kapıyı açarak küçük balkona çıktım. sigaramı yakarken otelin havuzunda eğlenenleri izledim. tatlı bir çift çarptı o sırada gözüme, yaşları küçüğe benziyordu. birlikte su savaşı yapıp gülüşüyorlardı. bir anlığına kendimi onların yerin koydum istemsizce. karşımda ece değil, hürkan vardı. hemen kafamı iki yana salladım bu hayalden sıyrılmak için. sigaramı derince içime çektim ve dumanını havaya verirken fısıldadım; "hürkan..." dedim, "neden aklımdan hiç çıkmıyorsun?"
{hürkan}
odadan kendimi nasıl attığımı bile bilmiyordum. başım dönmüş, adımlarım sersemlemişti asansöre doğru ilerlerken. nefesimi daraltıyordu burası, dışarıya çıkmam gerekiyordu. duvaraya yaslandım ve bir elimi kalbimin üzerin koydum, neden bu kadar delicesine atıyordu, neden aptala dönmüştüm bir anda. bacaklarımın titrediğini hissettim. o sırada asansörün saçma sesi geldiğini belirtmişti. içinden birkaç insan çıkarken sendeledim ve onlara çarptım. lobi katının düğmesine basarken kendimi asansörün içine attım, hızlı olmaya çalışıyordum.
ne kadar kaçmaya çalışsamda ondan, her seferinde arkama dönmüş ve gelip gelmediğini kontrol etmiştim. ama o ne gelmişti, ne de bir şey söylemişti. kalbime ağrılar girerken inledim boğuk bir sesle, böylesine bir acıyı kaldıracak gücümün olmadığını hissettim ve gözlerimi sıkıca kapattım. neydi bu saçma sızı, o beni düşünmüyorken bile mahvoluyordum. yok oluyordum. asansörün yine beni uyarmasıyla gözlerimi araladım ve açılan kapısından adeta koşturdum. yine birkaç kişiye çarpmıştım ama umursamadım. kendimi sonunda dışarı attım. derin bir nefes aldım dizlerimin üstüne çökerken.
ilk günden her şeyin bu kadar boka sarıyor olması ve benim yıllardır çekmediğim aşk acısını çekiyor olmam defalarca beni yakıp yıkarken hala aklımda sadece o vardı; kıvırcık saçları, yüzünün her bir noktası ve kahve gözleri,
yanımda olmasına rağmen bir o kadar da uzak olması her seferinde daha da çok yakıyordu canımı. yanımdaydı ama onunla her istediğimi yapamıyor, gözlerine uzun bir süre dalamıyor ve her istediğimde onu öpemiyordum.
yanıma gelen birkaç insana diktim gözlerimi, anlamsız yüz ifadeleriyle bakıyorlardı bana. endişe değil de acıma vardı sanki gözlerinde. o sırada kalabalığı yararak biri girdi çemberin içine, elini bana uzattı kalkmam için, uzun bir süre göz teması kurdum eli havada kalırken, gözleriyle kendi elini işaret ettiğindeyse tuttum ve ondan destek alarak ayağa kalktım. gülümsedi ve tuttuğum elini bırkamama izin vermeyip kalabalık çemberinden çıkardı beni. "teşekkürler." dedim hala bırakmadığı elime bakarak sessizce. hiçbir şey demeden sadece baktı ve kafasını salladı. son kez göz teması kurdu benimle, ardından adımlarını hızlandırıp gitti. pek umursamadan otelin koşu yolunun kenarlarında duran banklardan birine oturdum. hava hafiften bozmuş, kapkara bulutlar sarmıştı etrafı. kafamı geriye attım ve gözlerimi kapadım. uzun bir süre dinlenmeye çalıştım. vücuden yorgun değildim. sadece düşüncelerimi taşıyacak kadar güçlü değildim.
belki yarım saat o şekilde oturup kendimi toparlamaya çalıştım. sonunda gözlerimi yüzüme düşen birkaç yağmur damlasıyla araladım, kafamı kaldırdım ve etrafıma baktım. etrafta neredeyse kimse kalmamıştı, birkaç kişi vardı sadece, onlar da ellerini başlarının üstüne koyarak yağmurdan kaçmaya çalışıyordu. neden bu denli nefret ediyorlardı ki yağmurdan, hiç anlayamıyordum.
oturduğum yerden kalktım. yağmur daha da şiddetlenmişti. kollarımı açtım beni ıslatmasına izin verir gibi. yine gözlerimi kapatıp gökyüzüne çevirdim kafamı. vücuduma düşen her bir damla düşüncelerimle birlikte yere süzülüyordu, bu her olduğunda kendimi arınmış hissediyordum.
kıyafetlerim ağırlaşmış, saçlarım sırılsıklam olmuştu. biraz daha ayakta durup yere uzandım, kollarımı ve bacaklarımı araladım. yağmurun tadını çıkardım ıslak toprak kokusu burnuma dolarken. gülümsedim. vücudum ve zihnim rahatlamıştı... ta ki yanıma uzanan bedeni hissedene kadar.
"özür dilerim..." dedi fısıltıyla yanımdaki beden. sesi yağmur damlalarının yere vurmasıyla çıkan hoş gürültüyle birlikte kayboldu,
ona doğru döndüm, "neden buradasın" der gibi bir yüz ifadem vardı. şaşırmış ve korkmuştum ama hiçbir şey diyemedim kirpiklerine düşen damlaları seyrederken. yüzlerimizi yaklaştırdı yavaşça, bütün bunlar olurken yaptığı her bir haraketi hissedip seyrettim. ıslak dudaklarını dudaklarıma bastırdı narince. gözlerimi sıkıca kapattım anın tadını çıkarmak için. dudaklarını ayırırkenki çıkan ıslak sesler ise yağmurun sesine eşlik etmişti adeta. "lütfen..." dedim. onun her seferinde yaptığı gibi fısıldadım, "sana bütün sevgimi vereceğim. lütfen beni bırakma."
--final--
finali hiç beklemediğinizi biliyorum ama soft bir final yapmak istiyordum ve istediğim gibi de oldu :)sizleri çok seviyorum. umarım kitabı keyifle okumuşsunuzdur. destekleriniz ve her şey için teşekkür ederim <3 diğer bir kitapta görüşmek üzere ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗰𝗮𝗳𝘂𝗻𝗲 ༆𝗽𝗼𝗿𝗴𝗼𝗹𝗮
Teen Fictionhayatını, sigara ve birkaç bira şişesiyle evinde sürdüren ve depresyonun farklı bir boyutuna ulaşan ömer, hayatına giren hürkan sayesinde içine düştüğü karanlık yüzünden asla ulaşamadığı ışığı bulur. hürkan, ömer'in hayatının nasıl ilerlediğini ve n...