15-)✧*。Mezarlık✧*。

91 16 115
                                    

"Sen... Nasıl..?"

Söylediğim şeyi farkettiğimde benim de gözlerim açılmıştı. Hiçbir şey söyleyemedim. Öylece yüzüne bakıyordum.

Ne söyleyeceğimi bilmeden bir yalan uydurmaya karar verdim,

"Şey..."

O anda zil kurtarıcım oldu. Çantamı alıp Cem'in kalkarak bana yol vermesini beklemeden sırayı öne ittim. Sınıftan koşar adım çıkarken Cem arkamdan seslendi fakat umursamadan çıkıp gittim.

Okulda durmak istemiyordum. Derslerin bitmesini bekleyemezdim. Kapının önünde duran motosikletime atlayıp sarayın yolunu tuttum.

                   ********************

Sarayın yıkık dökük bahçesinin önünde durdum. Buraya üçüncü gelişimdi bu, sanki her seferinde daha da güzel oluyordu, daha ihtişamlı, daha sıcak, daha samimi daha çok tarih kokuyordu sanki...

Polis şeridinin üzerinden adımımı attım. Bahçeyi geçerken gözüme arka bahçedeki mezarlığa benzeyen bir yer çarptı. Gidip bakmak istesem de korktuğumu itiraf etmeliyim. O yüzden uzak durmaya karar verdim, vampirlerin olduğu dünyada kim bilir belki zombiler de olabilirdi. Bunu düşününce bu trajikomik duruma kıkırdamadan edemedim. Ne garipti, benim film, kitap, hayal ürünü diye bildiğim şeyler gayet de gerçekmiş oysa ve ben de o dünyanın bir parçasıymışım.

Gözümü mezarlığa benzeyen yerden almayı başardığımda adımlarımı hızlandırdım. Kapının önüne geldiğimde, kapının aralık olduğunu gördüm. Son gelişimde, yani dün, kapıyı kapatmayı unutmuştum.

İçeri adımımı attığımda vücumda oluşan ürpertiye hakim olamadım. Hızla yukarı kata çıktım. Karşımda duran yakışıklının resmine baktığımda dudağımın sağ tarafının kıvrıldığını farketmemiştim bile fakat son seferde Eray'ın beni onun resmine bakarken yakaladığını hatırlayıp hemen kafamı çerdim. İkinci defa rezil olamazdım, kesin ona aşık olduğumu düşünürdü.

Kafamı çevirdiğimde tam karşımda kapısı aralık olan bir oda gördüm. Yavaş adımlarla odaya doğru yaklaştım, kapının önünde durup odaya baktığımda çok şaşırmıştım.

Burası sanki saraydan bağımsız bir yerdi. Aşağı kat ne kadar yıkık dökük, dağınık, harabe görünüyorsa burası da bir o kadar sade, toplu ve güzeldi.

Yüksek duvarlarında iki tane büyük avize asılı olan odanın pencerelerinde yerlere kadar uzayan perdeleri vardı, pencerelerin arasındaki duvarlara asılı olan sade ama güzel gaz lambaları göze çarpıyordu, duvarın üst kısmında bulunan resimli işlemeler odadaki tarihi dokuyu yansıtırken odanın tam  ortasında tek başına duran piyano pek de tarih filmlerinden fırlamış gibi durmuyordu fakat çok güzel görünüyordu. Yerde duran iki tane büyük saksının içerisindeki yeşil bitkileri gördüğümde şaşırmadan edemedim. Nasıl hala yeşil bitki olurdu terkedilmiş bir sarayda? Cem her geldiğinde bu bitkileri suluyor olmalıydı.

Yavaşça içeri girdim, odanın ortsında yalnız başına duran piyanonun yanına gittim, sağ işaret parmağımı piyanonun üzerinde gezdirdim. Baya tozluydu, umursamadan piyano taburesinin üzerine oturdum ve bir tuşa bastım. Sesi çok güzeldi, bunca yıldır burada öylce duran bu piyanonun sesi nasıl hala bu kadar güzel olabilirdi ki?

Bütün tuşlara tek tek bastım akrotu çok iyiydi. Küçükken aldığım piyano derslerinden aklımda kalan birkaç parça vardı. Birkaç defa tuşların üzerinde ellerimi gezdirerek piyanoya biraz alıştıktan sonra Canon in D
parçasını çalmaya başladım.En sevdiğim parçaydı bu. Huzur veriyordu insana, uzaklara dalıp götürüyordu.

SAFKAN: DönüşümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin