Kitabımı okumaya başlayan herkese teşekkür ederim. "Gece Ruhları" bizim için umarım çok güzel bir yolculuk olur... Bana destek olursanız ayrıca çok sevinirim. Keyifli okumalar...✨🍃
Yine bir gece vakti... Ve ben yine kendimi karanlığın ve sessizliğin etrafa yayılmış sokaklarında buldum. Artık alıştığım bir durumdu bu. Yalnızlık güzel şeydi. Sadece ben ve ben... Karanlık içinde barındırdıklarını göstermediği sürece hiç bir sıkıntı yoktu. Ama içinde hep kötü şeyleri mi barındırırdı karanlık? Mesela beni kimsesiz hissettiriyordu ve bu bence gayet iyi sayılırdı. Belki de hep yanlış düşüncelere inanıyoruz hep önyargılı davranıyoruz hep haksızlık yapıyoruz. Kötüyü düşündüğümüz kadar iyiyi de düşünmemiz gerekiyordu belki...
Kulağımda siyah kulaklığım ve halka küpelerim birbirine dolanmıştı. Üzerimde siyah bir tişört ve rengi yıkanmaktan neredeyse griye dönmüş artık siyah demekte tereddüt ettiğim bir pantalon... Ve yine siyah bir kot ceket... Açık kumral, düz ve omzumun biraz aşağısında kalan kısa saçlarım yine salınmış bir vaziyetteydi. Ayağımda bu siyah kombinimi tamamlayan yine siyah spor ayakkabılarım vardı. Seviyordum sanırım siyahı. Kurtarıcı bir renkti o. Bana kimsesizliğimi hatırlatıyordu. Karanlıktı siyah. Onu sevmem için yeterince sebebim vardı zaten. Peki gözlerim neden elaydı? Onlarda kara olsa olmaz mıydı?
İyi ama kötü bir kızdım. Cesur ama korkaktım. Zeki ama bir o kadarda aptaldım. Veya çoğu zaman aptal ayağına yatıyordum. Ama asla hanım hanımcık bir kız değildim. Kimse beklememeliydi zaten böyle olmamı. Ben buydum. İşte karşınızda Azra Karaoğlu... Ne kadar ihtişamlı (!). Ve evet; soyadımda bile kara vardı. Daha nelerdi değil mi?
Ara sokaklardan birisine girdim. Graffiti yapan birkaç kişi vardı yine. Onları izlemek çok hoşuma gidiyordu. Hatta garip bir şekilde rahatlatıyordu bile. Deniz kenarına indim sonrasında. Şimdi Sertab Erener'in bir şarkısı vardı kulaklarımda.
"Kimisi sadece işinde gücünde
Kimisi sadece heyecan peşinde
Kimisine sorulmaz bile derdi ne
Kiminle..."Sanırım derdinin sorulmaması gereken kimisiydim ben. Sevmiyordum ne birilerinin derdini dinlemeyi ne derdimi anlatmayı.
Başka bir şarkıya geçtim bir süre sonra. Ve sonra bir yenisine. Ve daha bir sürü şarkı kulaklarıma ulaşıp geçmişti. Ve yine şarkılar beni rahatlatmıştı. Tabii denizden gelen hafif meltem ve canım İstanbul'un ihtişamını saymazsam olmazdı. Artık geri dönmeliydim sanırım. Yaklaşık üç saattir dışarıdaydım. Sevgili ailem (!) acaba yokluğumu fark etmişler midir? Yoksa babamın dediği gibi varlığımla yokluğum bir miydi? Öyledir muhakkak. Annem olmasa asla o evde kalmak isteyeceğimi zannetmiyorum zaten. Ne mi yapardım. Muhakkak kendi ayaklarımın üstünde durabilirdim. Neden duramayaydım?
Tekrar geldiğim yöne doğru döndüm. Ve deniz kokusunu son kez içime çektim. O hafif meltemi tekrar tenimde hissettim. Bu da çok rahatlatıcıydı bence. Ara sokaklara girdim yeniden. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyordum. Korkmuyordum ama pek tekin yerler olduğu söylenemezdi. Zaten bir süre daha böyle yürüdükten sonra bir grup gencin gözlerini üzerimde hissetmemle adımlarımın hızlanması bir oldu. Buradan neredeyse her gece geçebilecek kadar cesur muydum yoksa gözlerden kaçmaya çalışan bir korkak mı? Neydim ben?
Arkamdan duyduğum ıslık sesiyle artık neredeyse koşar adım uzaklaşmaya başladım. Bana mıydı bilmiyordum ama anlamam çok uzun sürmedi. Üç kişi aniden önümü kesti. Kalbim o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki duracak diye korkuyordum. Yanlarından geçmeye çalıştım. Sonra içlerinden biri kolumu koparırcasına çekerek beni sertçe duvara itti. Sırtımı duvara çarparak yere düştüm. Sonra o anlamı hiç iyi olmayan bakışlarıyla bana doğru sırıtmaya başladılar. Sekiz kişiydiler. Yaklaşmaya başladılar. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde etrafıma bakındım. Yerdeki büyük taşlardan bir tanesini alıp içlerinden rastgele birisinin kafasına attım. Boğazından o acıyla bir inilti çıkmıştı. Fırsat bu fırsat kaçmaya başladım ama yakalamaları çok uzun sürmedi. İçlerinden belki de en kalıplı iki kişi kollarımı yine koparırcasına çekiştirmeye başladılar. Ne yapacaklar Azra sana? Aldın başına belayı...
Kafasına taş atmış olduğum adam elini üç kez başına götürdü. Daha sonra elindeki kana baktı. Bana doğru yürümeye başladı. Beni tutan iki kişinin ellerinden kurtulmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Biraz daha yaklaştı kafasına taş atmış olduğum adam. "Bu kadın bunun bedelini ödeyecek!" dedi öfkeli bir sesle. Ve bana doğru bir yumruk savurdu. İşte şimdi daha çok sinirlenmiştim. İkimizde birbirimize öfkeli gözlerle bakıyorduk. Madem elim kolum bağlıydı ayaklarım ne güne duruyordu değil mi? Ani bir hareketle kafasına taş atmış olduğum adamın burnuna doğru bir tekme savurdum. Geriye doğru gitti kafası ilk önce. Sonrasında eliyle burnunu tutmaya başladı ve bu sefer elindeki burnundan gelen kana bakıyordu. Artık ateş çıkıyordu gözlerinden. Derin derin nefesler alarak veriyordu. Etrafımızdaki adamlar sersemlemiş ve şaşkın ifadelerle bize bakıyorlardı. Kafasına taş atmış olduğum hatta artık burnuna tekme atmış olduğum adam onlara kaş ve göz hareketleriyle bişeyler anlattı. Daha sonra beni tutan iki kişinin kolları ve elleri gevşedi. Bu sırada kendimi geriye doğru atarak sırtımı yeniden sert bir şekilde duvara çarptım. Adam üstüme üstüme geldiği sırada kendimi korumak amacıyla iki kolumu kafama kalkan vazifesi görsün diye birbirlerine kenetleyerek yüzümün önüne tuttum. Ve gözlerimi çok sıkı bir şekilde yumdum. İyi bilirdik Azracım...
İşte tam o sırada bir yumruk sesi duydum. Ölmüş müydüm tek bir yumrukla? Neden hiç acı hissetmemiştim? Gözlerimi yavaşça açtığımda biraz evvel darp ettiğim adam yere serilmişti. Yuh Azra! O adam , o cüsseyle? Nasıl yani? Hemen o adamın karşısındaki adama çevirdim yüzümü. Yüz hatlarındaki öfkeyi gördüm ilk önce. Daha sonra en az benimkiler kadar ela olan gözlerini. Kombini de aynen benimki gibi simsiyahtı. Olamazdı. Saçlarıda kumraldı. Kaybettiğim ikizim felen miydi bu adam? Şuan daha önemli bir sorunumuz var bence Azra! Evet, az evvel şuan önümde yarı baygın şekilde yatan adam beni dövmeye kalkmıştı. Ve belki de daha kötüsüne... Ama karşımızda aniden beliren bu gizemli adam beni kurtarmıştı sanırım. O da benim gibi 20'li yaşlardaydı muhtemelen. Her neyse! Kimdi bu adam?
Saat gece yarısını geçmişti. Gece hiç olmadığı kadar karanlıktı belki de. Karanlık şuan bana göstermemesi gereken yüzünü mü gösteriyordu yoksa? Peki bu gizemli adam aydınlatacak mıydı bu karanlığı? Onun için mi gelmişti? Teke karşı sekiz... Yapabilecek miydi? Bu karanlık ara sokağı bile aydınlatan lambalar vardı sonuçta. Yani karanlıklar bile bir şekilde aydınlanabiliyordu. Benimde içinde bulunduğum karanlık en azından bir süreliğine aydınlanmalıydı. Umarım aydınlanırdı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Ruhları
General Fiction"Gece Ruhları!" dedim buruk bir gülümsemeyle. "Yarım kalan hayatlar." dedi arkamdan bir ses. Bu sesi tanıyordum. O gelmişti... "Yarım kalan hayatlar..." dedim onu tekrar ederek. Arkamı dönemiyordum. "Bazı hikayeler yarım kalmamalı Azra Karaoğlu!" di...