Sabahın ilk ışıkları... Gün doğmuştu. Karanlık yoktu artık. Aydınlıktı. Fakat somut bir aydınlık... Gözlerimi perdeden sızan güneş ışığına dayanamayarak açtım. Öylece tavana baktım birkaç dakika. Günümü böyle geçirebilirdim. Düşünüyordum. Her zamanki gibi yine bir şeyler düşünüyordum. Elbette annem tam üç kere "Azra" diye seslenmeseydi... Sanırım kahvaltı hazırdı. Yine sıradan bir gün işte. Azra kalkar, birkaç dakika tavanı izler düşüncelere dalar, annesi üç kere "Azra" diye bağırır , bu kahvaltı hazır demekle aynı şeydir , banyoya gider elini yüzünü yıkar , göz altları morarmış, elmacık kemikleri belirgin ve rengi solmuş yüzüne bakar , yorgunluğu belli gözlerine bakar aynada, yeniden ve yeniden bu dünyaya ait olmadığına tanıklık eder çünkü sadece dışını değil içini de görür o aynada. Değildim. Böyle bir dünyaya ait değildim. Olamazdım.
Kahvaltımı yapacaktım. Elbette babamın uyarı ve tehdit dolu bağırmaları eşliğinde... Annemin beni savunmak için verdiği çaba eşliğinde... Ablamın ne yapacağını bilemez duruşu eşliğinde... Sonrasında okula giderdim. Yine hayattaki tek hedefime ulaşmak istediğim ve bunun için katlandığım bir üniversite günü... Eve gelir her şeyi bir tarafa bırakır odama çekilirdim. Ait olmadığım dünyama kapanırdım. Akşam olurdu. Akşam için annem tarafından kurulan bir sofra... Her gece değişmeyen kavgalarımız... Başrol çoğunlukla babam... Gecenin sonunda bazen yere saçılırdı o sofra... Bazen terk edilirdi birileri tarafından... Ama en son huzurla ne zaman yemek yedik o masada bilmiyordum. Sonrasında zaten ya yine ait olmadığım dünyama çekilirdim ya da ait olmadığım sokaklara, belki bir sahile, belki bir iskeleye giderdim.
Kalktım. Banyoya doğru ilerledim. Yine geçtim o lanet olası aynanın karşısına. Güne biraz olsun hazır olabilmek için avuçlarıma doldurduğum soğuk suyu çarptım yüzüme. Baktım. Aynaya baktım. Hem lanet olası dışımı hem lanet olası içimi gördüm. Yüzümde iğrenmiş bir ifade vardı. Bir insan kendini bu kadar mı sevemezdi? Kendimi sever miydim bir gün?
Kahvaltıdan hemen sonra dolmuş durağına doğru yol aldım. Kulağımda yine kulaklığım... Duman grubundan geliyordu bu sefer kulaklarıma dolan şarkı sesi;
Hadi keyfine bak, inan bana
Aldanma öbür dünyaya
Hayatı yaşa, korkma
Öbür dünyayı sorma
Hayatı yaşa...Yaşayabildiğim kadar yaşamaya çalışıyordum hayatı. 21 yıllık hayatımda yaşayabildiğim kadar yaşamaya çalışmıştım...
✳️
Ve karşımda Yeditepe Üniversitesi... Ne kadar şanslıyım ki ailemle aynı şehirdeydim yine. Üniversite okurken bile... Hayatta hep mücadele etmeye çalıştığım bir şey vardı: Adalet... Bunun için hep mücadele etmeye çalışmış biriydim ve şimdi de bunun için hukuk okuyordum. Babam başarımla ilgilenmezdi ama başarısızlıklarımla ilgilenmeyi çok severdi. Annem ise hep gurur duydu. Hep destek çıktı bana. Diyorum ya... Annem olmasa bir dakika bile kalmazdım o evde. Ablam doktor. Hoş, babam onunla da gurur duymadı hiçbir zaman. Ama onun başarısız olduğu zamanlarla da ilgilenmedi hiçbir zaman. Bana bir garazı vardı sanıyorum.
Sınıfa adım atar atmaz Beste ve Çağatay karşıladı beni. Yüzümde samimi bir tebessüm oluştu. Asıl ailemin onlar olduğunu düşünmüşümdür çoğu zaman. Beş kişilik bir aileydik biz... Beraber bir yere oturduk. Beste tedirgin gözlerle bana bakıyordu. Bir şey soracaktı ama anlaşılan çekiniyordu. Tekrar samimi bir şekilde gülümsedim "Sor bence, içinde kalmasın." dedim daha fazla gülümseyerek.
Beste de içten bir gülümsemeyle "Dün akşam... Çok aradım seni. Telefonda yani. Mesaj attım hatta bir sürü. Neden bakmadın?" Yüzündeki gülümsemeye rağmen hala tedirgin duruyordu. Benim de yüzümdeki gülümseme biraz solmuştu. Aile problemlerimden haberdardı ve anlaşılan bu yüzden sormaya çekiniyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Ruhları
General Fiction"Gece Ruhları!" dedim buruk bir gülümsemeyle. "Yarım kalan hayatlar." dedi arkamdan bir ses. Bu sesi tanıyordum. O gelmişti... "Yarım kalan hayatlar..." dedim onu tekrar ederek. Arkamı dönemiyordum. "Bazı hikayeler yarım kalmamalı Azra Karaoğlu!" di...