Giriş
Ortadoğu coğrafyası, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana medeniyetlerin beşiği olan, tarihin her döneminde önemini korumuş bir coğrafyadır. Ortadoğu’yu bu kadar önemli kılan birçok sebep olmakla birlikte; üç semavi dinin de bu coğrafyada zuhur ve teşekkül etmiş olması, Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir tampon bölge olması, bereketli topraklara ve akarsu bakımından çok zengin bir yapıya sahip olması bu sebeplerin başında gelmektedir. Bu özellikler ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de aslında tam da bu özellikler âdeta bu coğrafyanın en büyük imtihanı olmuştur; çünkü tarih boyunca bütün medeniyetler bu bereketli ve kıymetli topraklara sahip olmak istemiş, dolayısıyla tarihin gördüğü en büyük savaşlar ve katliamlar da bu coğrafyada yaşanmıştır. Bu büyük yıkımlar sonrasında oluşan buhranlı dönemler, çok önemli fikirlerin de bu coğrafyada ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İslam medeniyetinin beşiği olan Ortadoğu coğrafyası tarih boyunca çok büyük kültür erozyonları ve yıkımlar yaşamıştır. İlk olarak 1095 yılında başlayan haçlı seferleriyle İslam dünyasının bütün birikimi harap olmuş, en kutsal topraklarından biri olan Kudüs, haçlıların eline geçmiştir. Uzun süren buhranlı bir dönemden sonra, Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethiyle bu sancılı ve yıkım dolu süreç son bulmuştur. Bölgenin maruz kaldığı ikinci büyük yıkım ise, 1258 yılında İlhanlılar Bağdat’ı işgal edip Abbasileri tarih sahnesinden sildiğinde yaşanmıştır. İslam dünyasının bütün bilgi birikimini yok eden İlhanlılar, âdeta İslam dünyasının hafızasını da silmiştir. Bu karanlık dönem Memluklerin dirayetli duruşuyla son bulmuştur. Üçüncü ve en ağır yıkım ise bugün içerisinde bulunduğumuz süreçtir. Geçmiş dönemlerde düşman algısı öteki üzerinden şekillenirken, günümüzde İslam toplumları birbirlerini düşman addetmekte, kendi medeniyetlerine düşman nesillerin yetiştiğini göremeyecek kadar bireysel çıkarlar peşinde koşmaktadırlar. Elbette İslam dünyasının içinde bulunduğu bu buhranlı dönemin başlangıcı bugün değildir, ama görünen o ki bu buhranın son bulacağı gün de bugün değildir.
18. yüzyıldan itibaren ideolojik bir buhran ve benlik probleminin yaşadığı bir sürece giren İslam dünyasında, coğrafyanın farklı bölgelerinde bu duruma çözüm bulmak isteyen kitle hareketleri ve düşünürler hep olmuş ancak soruna herhangi bir kalıcı çözüm üretilememiştir. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte İslam dünyası bir bütün olma özelliğini kaybederek, âdeta çok farklı medeniyetlerin birer uzantısıymış gibi birbirinden uzaklaştırılmış ve özellikle Ortadoğu bölgesi, çok sayıda devletin kurulduğu bir coğrafyaya dönüştürülmüştür. 1. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı’nın yenik ayrılması sonrasında, İslam coğrafyasının işgal edilmesi ve ilerleyen süreçte hilafetin kaldırılması, bu coğrafyada farklı kitle hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Bunlar içinde en etkili olanlarından biri, hiç şüphesiz Mısır’da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler Hareketi’dir (İhvan-ı Müslümin). Bir köy okulunda öğretmen olan Hasan el-Benna’nın öncülüğünde 1928 yılında temelleri atılan bu hareket, İslam dünyasının en önemli kitle hareketlerinden biri olmuştur. Hareketin Mısır coğrafyasında neşet etmesi de bir tesadüf değildir; çünkü İstanbul, Kahire, Şam, Bağdat gibi dinî ve siyasi açıdan öne çıkan şehirler, İslam dünyasının en entelektüel bölgeleri olma özelliğine sahiptir. Bu durumun en açık göstergelerinden biri ise, Osmanlı’nın yıkılması sonrası yeni Türkiye’nin kurulması sürecinde, yeni yönetimin yapısını beğenmeyen İstanbullu âlimlerin Mısır’a hicret etmesidir.
Müslüman Kardeşler Hareketi, kurulduğu günden itibaren siyasi arenadan ziyade toplumsal alanda hizmet vermeye ve siyasetten özellikle uzak durmaya çalışan bir yapı olmasına rağmen bilhassa Arap Baharı denilen ve Ortadoğu’yu âdeta yeni bir başlangıca sürükleyen gelişmelerin en önemli aktörlerinden biri olması sebebiyle bu dönemde kendinden sıkça söz ettirmiştir. Bu coğrafyadaki bütün İslami hareketler ya Müslüman Kardeşler Hareketi’ne karşı doğmuş ya ondan ayrılarak oluşmuş ya da hareketin bir uzantısı şeklinde varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden de Müslüman Kardeşler Hareketi bu coğrafyanın fikirsel yapısının oluşmasında bütün kitle hareketleri için önemli bir mihenk taşı olagelmiştir. Hareket, 1928 yılında Mısır’ın İsmailiye kentinde bir köy okulunda öğretmenlik yapan Hasan el-Benna tarafından kurulmuştur. İslami değişimi tabandan tavana şeklinde tasvir eden Muhammed Abduh’un temsil ettiği reformist görüşleri benimseyerek aktif bir İslam davası savunucusu olan Hasan el-Benna, Müslüman Kardeşler Hareketi’ni sufi-selefî bir hareket olarak tarif edip, hareketin ideolojik çerçevesini çizmiştir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMÛDA TOHUM EK
Novela JuvenilŞuan kaç Ülke işgal altında... Kimler tarafından işgal edilmiş.... İşgallerin sebepleri.... İşgal altındaki kardeşlerimizin çektiği zorluklar.... Yaşadıkları dramlar... Ellerimizden geldiğince sizlere aktaracağız BİİZNİLLAH. ________________________...