SAKLI ANILAR

42 3 0
                                    

Selamün aleyküm arkadaşlar yeni bölüm karşınızda inşallah beğenirsiniz.

Keyifli okumalar:)

Soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla irkilerek gözlerimi araladım. Etrafa göz atarak nerede olduğumu anlamaya çalışırken derin bir nefes süzüldü dudaklarımdan. Kim bilir kaç saattir buradaydım, saatime dokunduğumda saatin 4:45 olduğunu gördüm. Ben yine ağlayarak uyuyakalmıştım ve yine üstümde bir battaniye vardı, her zamanki gibi. Ne gördüğüm ve buraya nasıl geldiğimse sadece bana kalan bir sır gibi...

Battaniyeyi kimin bıraktığını bilmesem de yalnızca üstümü örtmekle kalmadığını bilsin isterdim. Yaralarıma geçici pansuman yapıyor gibi bir histi içimdeki...

Oturduğum yerde doğrulmaya çalışırken bedenimin soğuktan tutulduğunu vücudumun sızısından anlamıştım. Avuçlarımı yere bastırıp destek alarak sırtımı duvara yasladım. Elimi alnıma götürüp parmaklarımla şakaklarıma bastırdım. Başımdaki ağrıyı dağıtmak için daireler çizerek ovmaya başladım.

Çabalarımın işe yaramadığını anlayınca başımı duvara yasladım. Gözlerimi kapatıp derin derin nefesler alırken telefonumun titremesiyle elimi cebime attım. Kim olduğuna adım kadar emindim. Çıkardığım telefonun ekranına bakmaya çalıştığımda parlaklığından dolayı gözlerim kamaşmıştı.

"Hay senin..."

Gözümü kapatıp homurdanırken telefonun titremesi durmuştu. Aradan birkaç saniye geçmeden telefon tekrar titremeye başlayınca bu sefer gözlerimi tam açmadan çabucak cevaplayıp kulağıma dayadım.

"Ya sen neden bana cevap vermiyorsun, neredesin, iyi misin, tek başına mısın..."

Nefes almadan sıraladığı sorulara göz devirdim. Benim için ne kadar çok endişelendiğini ses tonundan anlayabiliyordum.

"Tamam Zehra bir nefes al önce, iyiyim merak etme"

Telefonun diğer ucundan oflarcasına bir nefes verme sesi geldiğinde rahatladım.

"Hemen eve geliyorsun! HEMEN!"

Cümlesinin sonunda bağırınca bir an kulağımın işlevsiz kalacağını düşündüm.

"Tama..."

Tam konuşacakken telefonu yüzüme kapatınca cümlem yarıda kalmıştı. Başımı iki yana sallayıp ayağa kalktım. Pantolonumu sirkelerken Zehra tekrar aradı. Telefonu cevaplayıp kulağıma götürdüm.

"Dikkatli gel, kendine hakim ol, başına bela alma, başıma da bela olma."

Ve tekrar kapanma sesi...

Zehra'nın her zamanki hâlleri olduğu için garipsememiştim.Kendime daha fazla düşünme zamanı tanımayıp hızlıca ayağa kalktım. Başım biraz dönsede umursamayıp bir kaç adım ilerledim. Başımı kaldırıp nereye ve nasıl geldiğimi bilmediğim yeri incelemeye başladım. Bir yandan da arabama bakınıyordum. Bomboş bir sokaktaydım, etraf ağaçlarla kaplıydı ve hiç ev yok denecek kadar azdı. Sokak ışıkları ise uzakta kalan evlerin loş ışığını söndürüyordu.

Zaman kaybetmeden telefonu açıp Anıl'ı aradım, bir yandan da tutulan boynumu esnetiyordum.

İkinci çalışında telefon açılmıştı. Tam konuşacakken Anıl'ın konuşmasıyla sustum.

"Ayrılma bir yere seni almaya geliyorum"

"Sen ner..."

Telefonun yine suratıma kapatılmasının verdiği sinirle oflarken Anıl ani fren yapıp önümde durmuştu. Hiç yüzüne bakmadan önünden geçip yanındaki koltuğun kapısını açtım. Hızlıca oturup kapıyı kırarcasına kapadığımda sinirlendiğimi anlamış olacak ki sakince konuşmaya başladı.

"Rica edersem kemerini takar mısın prensesim?"

Arabaya binmeden Anıl'a saydıracaklarımı düşünürken biner binmez üstüme bir ağırlık çökmüştü burada olduğumu nereden bilidiğini bile soramamıştım. Anıl arabayı ağır ağır kullanırken gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu, başımı cama çevirip koltuğa yasladım ve bir dakikalığına zihnimi tatile çıkarmaya çalıştım. arabanın yavaşladığını hissedince başımı kaldırıp dikleştim. Kemerimi çözüp arabadan indim. Anıl arabayı garaja bırakmadan evin biraz ilerisine park etmişti.

Yanıma gelip karşımda durdu, beni kendine çekip sarılınca akmayı bekleyen göz yaşlarım çoktan yol almışlardı bile. Bir müddet sonra ağlamam dinerken saçıma bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Ne olursa olsun ben her zaman senin yanındayım tamam mı güzelim, bunu unutma"

Burnumu çekip başımı salladım. Anahtarı elime verdi ve saçımı karıştırıp ne zamandan beridir orada olduğunu bilmediğim arabasına yöneldi. Normalde olsa kızacağım harekete yorgun olduğum için bir tepki dahi göstermemiştim.

Anıl arabaya binip hızla uzaklaşırken bende apartmana dönüp ayaklarımı sürüye sürüye kapıya ilerledim. İçeri girip asansörü çağırdım. Kapı açılınca 9. Kata basıp evime gitmeyi bekledim. Asansörün kapıları tekrar açıldığında içeriden çıktım.

Kapının önüne gelince elinde bir bardak çayla beni bekleyen sinirli ve bir o kadar endişeli olan Zehrayla karşılaştım, hâlâ bu kızın sabah akşam durmadan nasıl çay içtiğine anlam veremiyordum. Bir an geri dönmek istesem de vazgeçip çekeceğim sorguya katlanmaya karar verdim. Ayakkabılarımı fırlatıp içeri girdim. Ceketimi çıkarıp yere attım. Zehra peşimden kaldırıp vestiyere astı, normalde olsa azar yerdim ama böyle zamanlarda üstüme gelmezdi. Tam tersi her daim yanımda olmayı seçerdi. O kadar yorgundum ki beklemeden kendimi kanepeye bıraktım. Yanıma gelip oturduğunda uzanıp başımı dizine bıraktım. Elleri çoktan saçlarımın üzerinde gezinmeye başlamıştı bile. Benim gözlerim de çoktan kapanmıştı. Tabi gözümdeki yaşta akmayı unutmamıştı.

"Ee, soru sormayacak mısın?"

"Hayır, yeterince yorgun olduğunu düşünüyorum. Hadi uyu biraz"

Biliyordu...

Uykuda kriz geçirip kendimden geçtiğimi biliyordu. Cevap vermeden derinleşen uykumun peşine takıldım.

Biraz unutmayı diledim...

Ama geçmiş, omuzlarımıza yüklenen ve ömür boyu taşımak zorunda olduğumuz anılardan ibaret değil miydi...

🌌🌌🌌

"Kapağı tam kapatılmamış anılar, yerinden oynayan kaldırım taşları gibi dengemi bozuveriyor bazen..."

Umarım beğenirsiniz:)

Allah'a emanet olun.

Leyl-i Matem Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin