Soğuk koridorda, yine aynı soğukluktaki bir kapının önünde gergin ve korku dolu bir bekleyiş vardı. İki saattir bu beyaz bir çerçevenin içine kırmızı renkte, kalın puntolarla yazılmış ameliyathane kapısının önünde sessizce bekliyorlardı. Arada sırada gelip geçenlerin çıkardığı sesler dışında duyulan tek ses Leyla'nın sessiz iç çekmeleriydi.
Kimse tek kelime edemiyordu.
Çağrı, Leyla'nın saçlarını usul usul okşarken gözü sürekli Emir'in üzerindeydi. Ameliyathanenin kapısının önüne oturmuştu. Yumruk yaptığı ve sıkmaktan artık morarmaya başlayan sol eli, dizinin üzerinden sarkıyordu. Sağ eli ise üzeri kırmızıya boyanmış beyaz gömleğinin kırmızı yerinde duruyordu. Alnını dizlerine yaslamıştı. Kapı kapandığından beri oraya çökmüş, bir daha da kalkamamıştı.
Kasılan vücuduna baktıkça kafasının içindekileri tahmin edebiliyordu Çağrı. Seyrek seyrek aldığı nefesler bile inip kalkan sırtında sertçe dalgalanıyordu.
"Emir!"
İbrahim Albay'ın sesi koridorda sertçe yankılandığında herkes doğrulurken bir tek Emir kıpırdamamıştı. Albay, hızlı adımlarla ona doğru yaklaştı. Tam önünde durdu.
Siyah deri postallar Emir'in gözlerine çarptığında küçük bir çocuk gibi ağlama isteğini yutkunarak bastırmaya çalıştı. Bütün gözlerin üzerinde olduğunun farkındaydı. Tüm tim, Leyla, Hale, Çınar.. Herkes buradaydı. Bir tek Serap gelememişti Mustafa Kemal'i bırakamadığından. Şimdi de İbrahim Albay gelmişti. Umay'ın babasından daha çok babası olan adam.
Emir, yüzüne bakabileceğini düşünmüyordu albayın. İbrahim albay da farkındaydı bunun. O yüzden Emir'i oradan kaldırabileceği tek şeyi kullandı.
''Yüzbaşı, bu bir emirdir! Kalk!''
Emir hızla doğruldu. Kollarını dümdüz bir şekilde iki yanına vurup topuklarını birbirine değdirdi sertçe. ''Emredersiniz komutanım!'' Sesi güçsüz bir fısıltı gibi çıkmıştı. İbrahim, Emir'i ensesinden kavrayıp kendisine doğru çekip sıkıca sarıldı. Emir hiç beklemediği anda gelen bu tavırdan dolayı ne yapacağını şaşırmıştı. Akmaya hazırlanan gözyaşlarını durdurdu. Derin bir soluk alıp geri çekildi.
''Görev emri. Timini topla. Araziye gidiyorsun.''
Sorgulamadan kabul etti. ''Emredersiniz komutanım..''
Görev emrini alan tim, ayaklandığında Çağrı Leyla'nın saçlarının arasına derin bir öpücük bıraktı. ''Dikkatli olun.'' Leyla sessizce onayladığında ayaklandı. Hale'nin yanında durdurdu. ''Sağlam dur.'' Hale, başıyla onayladıktan sonra bakışları merdivene doğru ilerleyen abisine döndü. ''Dikkat et.'' Dedi kaşlarıyla abisini işaret ederken.
''Merak etme, güzelim.''
''Görüşürüz.'' Hale, Çağrı ilerledikten sonra hızla Leyla'nın yanına yerleşti. Leyla dolu gözlerini silip Hale'yi kucakladı. İkisinin bakışları da çoktan boşalan koridordaydı.
Leyla, ilk kez tattığı bir hissi fark etti. Bir gün Çağrı gidecekti. Ona da onun hayaliyle şenlenen duvarlar kalacaktı.
Yazın ortasında olmalarına rağmen arazide keskin bir soğuk vardı. Rüzgarın kuvvetli sesinden başka duydukları tek bir ses yoktu. Tim, hastaneden çıkıp karargaha geçerken de karargahtan araziye inerken de tek bir ses çıkarmamıştı.
Liderleri darmaduman bir halde olunca Kürşat'ın da sesi soluğu kesilmiş gibiydi. Kendi canlarının yanması çok önemli değildi de can bildiklerine dokunulunca bambaşka bir Kürşat çıkıyordu ortaya. Şu anda da hepsi öyle bir durumdaydılar. İçlerindeki görev bilincinin yanında büyümesini engelleyemedikleri bir intikam da alevlenmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dağ-ı Leyl
Fiction généraleGözlerini derin bir karanlığa açtığında ilk başta nerede olduğunun farkına varamamıştı. Hızla etrafını taradı. Görebildiği hiçbir şey yoktu. Hızla doğruldu. İki kayalık arasındaydı. Rüzgar sertçe eserken üzerindeki siyah paltoya sıkıca sarıldı. U...