0.3 - buz kesmiş göğüs kafesi ve inatçı ağustos güneşi

395 99 117
                                    

"gök, yeri öptüğünde
gücün kalbine yetmediğinde,
ay kavuştuğunda ufukta güneşe,
kalpleri titreten hiddetin,
bir çift kahve göze ve koyu pembe dudaklara
asilik eder mi sanıyorsun?"

🧚‍♀️

Gökyüzü karanlık ve sisliydi. Hırçın bir öfkeyle düşen yağmur damlaları ritmik bir sesle ılık odanın buğulu camına çarpıyor, benim nefeslerim haricinde tek bir tıkırtı yahut ses çıkmayan dört duvarın arasında müthiş bir gürültü yaratıyordu. İnce bir ışığın yayıldığı gaz lambası, uzun ahşap dolabın tam çaprazına yerleştirilmiş çalışma masasının tam üzerindeydi. Sayamayacağım kadar fazla parşömen odanın duvarlarına asılıydı ve üzerinde oturduğum ahşap sandalye bana bir mahkummuşum gibi hissettiriyordu.

General'in odasındaydım. Temiz kuru kıyafetlerim ve ıslak saçlarımla, sönmüş şöminenin tam önünde oturuyordum. Hava şimdi de beni titretecek kadar soğuktu lakin artık General'in dört duvarlı ve çatılı odasında olduğumdan ve beni odaya getiren savaşçılar üstümü değiştirmemi sağladığından, çenemi titremeden tutabiliyordum. Üzerime çöken yorgunluk ve bitkinlik o kadar ağırdı ki beynim de bir yerlerde kestiriyor olabilirdi, dakikalardır kıpırdanmıyordum bile.

General neredeydi, bilmiyordum. Kışlaya varalı çok olmuştu ve attan iner inmez beni savaşçılarıyla içeriye yollamıştı. Kimse konuşup yorum yapmadığından çıkarımlarım yalnızca kendi düşüncelerimden ibaretti, hatta şu an oturduğum odanın General'e ait olduğu fikri de. Ama zaten bunun için ekstra bir kanıtlamaya ihtiyaç duymazdım, öyle olduğunu biliyordum. Oda açıkça ona aidiyetini adeta haykırıyordu; attığınız her adımda bir yanlardan bıçaklar fırlayacağını düşünmenizi sağlayacak kadar düzenliydi. Tüm oda anlayamadığım yazılarda ve şekillerde çalışmalarla doluydu, yatağının örtüsünde tek bir kırışıklık dahi yoktu. Kimse bu odaya attığında tehlike hissetmez yahut herhangi bir şeyi tehdit olarak görmezdi ama ben, muhakkak bir yerlerden bir şeyler fırlayacağından emindim, dolayısıyla hareketsiz durmaya özen gösteriyordum.

Ellerimi kucağıma çekerken sessizce kuru dudaklarımı ıslattım. Ne olacaktı, bilmiyordum. Buraya gelirken planladığım şey kesinlikle bu değildi, şimdi kafamdaki düşüncelerle burada otururken sonrası için de pek bir fikrim yoktu. General döndüğünde, onun yarasına baktıktan ve merhemi bıraktıktan sonra çabucak çıkarsam öğle olmadan kasabaya varabilirdim belki ama yağmurun şiddeti bu planım için biraz fazla kalıyordu. Ne zaman dinerdi yahut diner miydi, o konu da muallaktı tabii. Nedense biraz çamura basmışım gibi hissediyordum.

Kesin olan bir şey varsa, o da büyükannemin kafayı yiyeceğiydi. Yine de şimdiki an için yapabileceğim fazla bir şey olmadığını biliyordum, bu yüzden gözlerimi yağmurun dövdüğü camdan çekerken üzerinde pek durmamıştım.

Her nasılsa, olması gereken olacaktı. Bu fikir tam olarak duragelmiş beynimin neresinden çıkıp geliyordu bilmiyordum ama göğsümdeki baskıyı azaltmak, şu an için yapabileceğimin en iyisiydi. Böylelikle, aldığım derin nefes ciğerlerimi doldururken odanın kapısının yavaşça açıldığını işittiğimde, kafamdaki karmaşayı kenara itip doğrulmam da hayli kolay olmuştu. 

Kararan gökyüzüne karşılık yaydığı loş ışıkla odada tutuşan gaz lambasının turuncumsu sarı ışığı önce siyah kıyafetlerine ve daha sonra beyaz tenine çarpıp onu aydınlatırken bedeni, kalın botları ve ahşap zemine rağmen neredeyse hiç ses çıkarmayarak sessizce odaya girdiğinde, aldığım nefesi tutarak oturduğum yerde biraz öne kaydım. Göğsüm, tanıdık birini görmenin heyecanıyla kasılırken General Jeon açtığı kapıyı arkasından kapattığında, koyu gözleri doğrudan beni bulmuş ve General dudaklarından kısa bir nefes vermişti.

|•| Verdant |•| rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin