"Roséanne, biraz da şu tarçınlı turtadan almaz mısın?"
Büyükannem elindeki demir tepsiyle bahçe kapısının önünde belirip hasır minderlerin üzerinde amaçsızca pinekleyen bana seslendiğinde, gözlerimi saatlerdir izlediğim gökyüzünden ona çevirerek hafifçe suratımı ekşittim çünkü artık neredeyse patlama noktasına gelen midem, ona yeni birtakım besinler gönderme fikrine bile tepki verecek haldeydi. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken, "Patlamak üzereyim, büyükanne," diye ufak bir açıklama yaptım.
Büyükannem eserinden memnun bir halde, "İyi madem," deyip tekrar gözden kaybolurken dudaklarımı büzmüştüm. Şayet beni sahiden de patlatmak üzere olmasaydı bu reddimi asla ilk seferden kabul etmeyeceğine adım kadar emindim. Ama savaştan döndüğümüzden beri fırsat bulduğu her anda ağzıma bir şeyler tıkıştırıyor, sürekli mutfakta tıkır tıkır bir şeyler pişirip duruyordu. İtiraz etme gibi bir hakkım elbette ki yoktu, hatta ihtimali bile yoktu. Ağzımı açtığım an, "Çok zayıflamışsın, rengin gitmiş, solmuşsun..." gibi ve türevleri sayısız bahane diziyordu.
Tüm bunlar doğru olabilirdi ama ben her şeyden önce fazlasıyla bitkindim. O gecenin ardından imparatorluğa gönderilecek raporun daha fazla bekletilmeye gelmeyeceği sebebiyle toparlanıp yollara düşmüştük ve ben hala tam anlamıyla iyi olmadığımdan müthiş derecede konforlu yolculuğumda bile hayli yorulmuştum. Bunu dayanılır kılan tek şey yalnızca bir gecede elime düşünülecek sayısız olayın verilmesiydi, ki tümüyle bunu hak eden şeylerdi. Öyle ki detaylara indikçe utançtan kıpkırmızı kesilmiş ve hatta sona doğru General'in o eziyet edercesine güzel gözlerine bakamaz hale gelmiştim.
Haklıydım da! Kim bir gece öncesinde ağlayarak bir erkeğin boynuna sarıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta gezinebilirdi? Hele ki o erkek General Jeon Jungkook'sa ve seni itmek yerine kollarını bedenine doladıysa? Gözyaşlarını silmişse, sen resmen onun kucağına oturmuşsan?..
Gerçeklerin aklıma doluşuyla isyankar bir inleme çıkararak yüzümü ellerimin arasına sakladım. Tanrım, kendime inanamıyordum. Ama ona daha çok inanamıyordum. Olan biten gerçekmiş gibi gelmiyordu. Sanki zihnim yüksek ateşin etkisiyle bana illüzyonlar yaratmıştı zira tüm bu yaşananlar çok fazlaydı.
Sarılmıştı bana. Sarılmıştı. Sabaha kadar başımda beklemiş, Felsefe Kuramı bile okumuştu. Canımı da bıraksam seni bırakmazdım, demişti. Midem sanki tekme yemişim gibi büzüşürken zorlukla yutkundum. Aramızda olan biten neydi bilmiyordum ama o geceki Jeon Jungkook'un gözlerine dahi uzun süre bakamadığım o adam olmadığı kesindi. Zırhını kuşanıp ortalığı veryansın eden adam değildi o. Gözlerinde ölümün gölgesiyle gezip ayak bastığı her yeri korkudan titreten o zalim General değildi. Nasırlı elleriyle kabuslarımı dağıtan Jeon Jungkook'tu o...
Yutkundum usulca. Ellerim sanki boğazıma oturan o yumruyu çözmek ister gibi boynuma giderken derin bir nefes almıştım. Öyle çok düşünmüştüm ki... Ayık zihnimde bana kalan hatıraların her birini öyle çok düşünmüştüm ki. Her bir zerresine, detayına kadar işlenmişti zihnimin duvarlarına. Gözlerimi kapadığım her an ordaydılar, nefes aldığım her an. Ve ben, bununla ne yapmam gerektiğini hiç ama hiç bilmiyordum.
Üç gün geçmişti onu son görüşümün üzerinden. Dikkat et, demişti sadece. İki kelime. Dikkat et. Ve sonrası üç gün koca bir boşluktu. Ben kasabaya sapasağlam iletilmiştim ama o karargahta ne yapıyor, nasıl hiç bilmiyordum. Bundan sonra ne olacaktı mesela? Şimdilik de olsa savaş durulmuştu, imparatorluğa geri mi dönecekti?
Bininci kez derin, yorgun bir nefes bıraktım dudaklarımın arasından. Karmakarışık olmuş olan zihnimi, önümde onun gibi bir etken varken ellerimi kullanarak çözemiyordum. Uzun, sarı saçlarımı omzumun gerisine itelerken parmaklarımı amaçsızca biçilmiş çimlerin üzerinde gezdirmeye ve avuç içlerimi gıdıklamasını izlemeye devam ederken bunu bölen şey, biricik dostum Victoria'nın "Rosé!" diye bağırarak aniden bahçe kapısından içeriye dalışı olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Verdant |•| rosékook
Hayran Kurgukılıcının kınında bin hayatın nefesi, her ruhun sesi içindeki çığlıkların sebebi. kızgın gözlerde bir ölünün eseri, varlığın kalbimde bir cennetin simgesi. sar ellerimi, narin çiçeklerimin asi meltemi. 29.12.20|mensisly [Jeon Jungkook × Rosé Park]