Günah.
Beş harf, iki hece, tek kelime. Omuzlarımda ağır bir yük; Tanrı'nın yasağı, şeytanın oyuncağı ve en tatlı nehrin nadide suyu. Simsiyah güllerin ince sarmaşıkları gibi dolanıyordu şimdi zihnime, sinsice ve dilinde tatlı fısıltılarıyla. Göğüs kafesime sarılıyordu; yumuşak yaprakları keskin dikenlerini gizlerken dilimi lâl, irademi onun karşısında aciz bırakıyordu.
Oysaki duyuyordum dışarıda uğuldayan ince rüzgarı. Toprağı ezen sessiz adımları, tutacağa damlayan mumu, göğsümün içerisinde şiddetle ezilen kalbimin çaresiz çırpınışlarını duyuyordum. Ama gözlerim izlerken onun hemen önümdeki dumanlı koyu kahvelerini, tüm bunları hiçe sayıyordu. Loş ışığın nazlanarak vurduğu tenine gölge düşüren kirpikleriydi aklımda dolanan tek şey; birbirine sıkıca bastırdığı kırmızı dudakları ve hafiften çıkmaya başlamış sakalları. Güneş öpmüşçesine parlıyordu buğday teni, elmacık kemiğinin üzerindeki ince yara izini okşadıkça okşuyordu. Hepten tarumar etmişti beni, öyle ki tek bir hareket dahi yapamıyordum iki yanımdan sarmalanmış kollarının arasından çıkmak için.
Asiydi zihnim, şu an için bana asiydi. Nefesi tenimi okşarken ve sıcaklığı kokusuyla birlikte sarmalamışken dört yanımı, beni kıpırdamaktan alıkoyan zihnim bana asiydi. Zira teninin her zerresini zahmetsizce görebileceğim kadar yakınımdaydı iri bedeni; geniş ve güçlü omuzlarıyla kaplıyordu tüm açımı. Kaslı göğsü sakin bir ritimle inip kalkıyordu, saf bir günahtı şimdi karşımda.
Dudaklarım derin bir nefesle titrediğinde, berrak ama buğulu koyu kahvelerine baktım sessizce. O ise, çözdüğü örgümle birlikte açılan sarı, uzun saçlarımı parmaklarına dolarken kıpırdamıyor, çözemediğim bir ifadeyle izliyordu beni.
"Roséanne," diye fısıldadı dudakları adımı. Kaşları çatıldıkça çatıldı ama uzaklaşmaktansa daha da eğdi başını saçlarıma. Sıcak ellerinin yine soğuk ellerime sürtündüğünü hissettim ve sonraki an Jungkook'un ılık nefesi boynumdan saçlarıma çarptığında, yaklaşan teniyle netleşen kokusu yüzünden sertçe yutkundum, gözlerimi kapatmamak adına. Yanlıştı, evet. Doğruluğu tartışılmaz bir günahtı şüphesiz, lakin zihnimde dönen tek şey varlığının netliğiydi.
Ne oluyordu bana? Neydi bu halim böyle? Nasıl, nasıl izin veriyordum tüm bunların olmasına? Tam şu anda itip uzaklaştırmalıydım onu kendimden ama gittikçe yaklaşırken o bana, tek yaptığım göğüs kafesimde anlamsızca çırpınan kalbimle beklemekti. Yanlıştı, çok yanlıştı hem de. Günahtı, uzaktı, olmamalıydı.
"General," diye fısıldadı dudaklarım usulca, hemen soluma doğru. Biraz daha eğilsem yanağı yanağıma değerdi hiç şüphesiz, dudaklarının boynuma değecek olması gibi.
Dudaklarımı araladım usulca, durun demek için belki de. Ya da uzaklaşmasını istemek adına. Ama yaptığım tek şey susmak olmuştu, yine. İçimde bir şeyler, dudaklarımın arasından çıkacak birkaç kelimeyi öylece yutmuştu ve zihnim, onun varlığının büyüsünden sıyrılamıyor gibiydi.
Öylece durmayı bırakıp masanın kenarını sıkı sıkıya kavramış olan parmaklarım, tutuşumun sertliğinden ince ince sızlarken, çaresizce yutkundum. Kokusuna, varlığına, sıcaklığına ve bedenimi adeta bir taşa döndüren o büyüsüne lanetler okumak istiyordum. Zira her bir detayı, göğsümde başlayan müthiş sarsıntıyı arttırdıkça arttırıyordu.
Ve derin bir nefes aldığını işittim o an, kulağımın hemen yanında. Saçlarıma doladığı parmaklarını omzumun üzerinden indirip başını dağınık saçlarının yanağıma sürtünmesini umursamayarak geriye çektiğinde, derin bir nefes almak gibi bir cürette bulunuyordum az daha; zira sonraki an ince parmaklarını usulca boynuma sürterek nefesi dudaklarıma hapsetmişti. Bakışlarım bununla birlikte usulca ona döndüğünde, kül yağan koyu kahvelerinin hala aynı çözümsüz ifadesiyle saçlarıma baktığını görmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Verdant |•| rosékook
Fanfictionkılıcının kınında bin hayatın nefesi, her ruhun sesi içindeki çığlıkların sebebi. kızgın gözlerde bir ölünün eseri, varlığın kalbimde bir cennetin simgesi. sar ellerimi, narin çiçeklerimin asi meltemi. 29.12.20|mensisly [Jeon Jungkook × Rosé Park]