Hikaye Notu:
Bu fanfiction 16-15. yüzyıllar arasında, paralel evrende özgür bir Avustralya'da geçmektedir. Avustralya ilk olarak 17. yüzyılda Avrupalı kaşiflerce keşfedildi ve Aborjin adı verilen yerliler yaşamaktaydı. Sonra, takdir edersiniz ki, ülke bir İngiliz kolonisine dönüştü. 1901'de sömürge olarak statülendi ve 8 Ağustos 1963'e dek Britanya'ya bağlı kalmaya devam etti.
Biz ise Avustralya'yı 16. yüzyılın özgür ve güçlü imparatorluğu olarak okuyacağız. Bu da tüm güzellikleriyle birlikte aktif savaşları da beraberinde getirecek. Paralel evrendeki Avustralya'da General Jeon'un püskürtmek üzere görevlendirildiği ordu ise 19. yüzyılın Japon İmparatorluğu'na aittir ama yine tarihlerde oynama yaparak onu 16. yüzyıla çekmiş bulunuyorum.
Bunlar birkaç ufak detay. Her ihtimale karşılık, aklınızda soru kalmasın istedim, sevgilerle.
İyi okumalar!
🌼
Bu, bir savaş ilanı. Geldiler ve bizi çağırıyorlar, bu bir savaş ilanı.
Esmer oğlan sözlerini bitirdiğinde General Jeon'un söylediği şeyler bunlardı. Bu, bir savaş ilanı. Sonunda beklenen geldi.
Hani bazı anlar olur, içinizde yaşadığını bildiğiniz ama tamamen yabancı olduğunuz bir tarafınız aniden uyanır ve insiyatifi eline alır; ne yaptığınızı bilmezsiniz ama doğruluğundan şüphe de etmezsiniz hiç, yahut şüphe edecek kadar kullanamazsınız belki aklınızı ya, işte şimdi tam da o andaydım. Şayet bunu daha öncesinde düşünseydim, yapacağımı iddia edeceğim şey şu an yaptığım şeyden hiç şüphesiz farklı olurdu; zira o an düşündüğüm şeyin en mantıklı karar olduğuna inanırdım. Karargaha saldırı olmuş, bina yıkılmış, şifacı ölmüş... Kaçar mıydım? Ağlar mıydım yoksa, odada mı saklanırdım? Ne yapardım ve neyin mantıklı olduğuna karar verirdim?
Bilmiyordum. Bilmiyordum ve yaptığım şey de bunların hiçbiri değildi zaten. Sadece düşündüm; General Jeon sol tarafımda öfkeden koyulaşan gözleriyle hızlı talimatlarını verene dek iki dakika otuz saniye boyunca.
"Birinci birliği Kiama Sahili'ne koğuşlandırın, bölgeye tüm girişler engellensin. Simishi haber vermek için birkaç askerini önceden göndermiş olmalı, meydanı arayın ve onları bulun. Biz ulaşana dek çok ilerleyemez, ikinci birlik yirmi beşinci bölgeye yerleşip taarruza geçsin, ayrıca oradaki birliğimize de haber gönder, hazırlıklara başlasınlar. Üçüncü birliği karargaha bırakıyoruz, kontrol kulesinin enkazını savunma hattı olarak kullanalım. Ayrıca saraya haber gönderin, fazladan üç birlik istiyorum. Ve kasabaya da bir birlik yollayın, etrafı kuşatsınlar."
Bir an için gözleri bana döndü. "Ayrıca Matmazel'i en kısa zamanda kasabaya geri götürmelisin, Victor. Acele et."
"Hayır," dedim aniden. Öylesine güçlü söyledim ki bunu, zırhına yönelen General durup başını yavaşça bana çevirdi; Victor da geriye adımlamasını durdurmuştu. Ama emindim, ne yapmam gerektiğinden emindim ve başka türlüsünün kabul edilemez olduğundan da. Ben annemin mirasını kasabada komşularıma bakarak saklayamazdım, onun öylesine sırtlandığı görevini kucağımda taşıyamazdım. Bir şeyler yapmam gerekirdi, sahiden bir şeyler ve bu kesinlikle kasabaya dönmek değildi. İşe yaramak için Tanrı daha bana ne tür bir fırsat verebilirdi ki?
"Burada kalıyorum," dedim tane tane, gözlerimi tüm nezaket kurallarını derbeder ederek General'in simsiyah gözlerine dikip. "Ana şifacıyı kaybettiniz ve şimdi iyi bir şifacıya ihtiyacınız var, General. Bu bölgede benden iyisini bulamazsınız, siz de dahil."
Gözleri kısıldı. Yavaşça, sindirerek. Zaten gerilmiş olan hatları tekinsizce seğirdi, dilini yanağının iç kısmına bastırdığında bir an için yutkunma isteğimle savaşmak zorunda kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Verdant |•| rosékook
Fanfictionkılıcının kınında bin hayatın nefesi, her ruhun sesi içindeki çığlıkların sebebi. kızgın gözlerde bir ölünün eseri, varlığın kalbimde bir cennetin simgesi. sar ellerimi, narin çiçeklerimin asi meltemi. 29.12.20|mensisly [Jeon Jungkook × Rosé Park]