ölü gecenin getirdiği melek

328 27 23
                                    

3 mart 2017

cádiz'te bu gece ölüydü.

güneşin ışıklarını göstermeye başladığı sabahın ilk saatlerinde dolup taşan caddeler o aydınlatan ışıkların sona ermeye başladığı saatlerde boşalırdı. ben güneşi sevmezdim, hiç sevmedim. başta yüzümdeki yaralarım olmak üzere saklamak istediğim her şeyi meydana çıkardı. bütün kusurlarımı göz önüne sürdü. saklamak istedim, suç muydu bu? insan kusurunu gizlemek istemez miydi? ben diğerlerinden farklı mıydım da farklı davranmaya çalışsaydım?

bu yüzden, saklamak için dışardaydım. güneş battıktan sonra ortaya çıkan bir baykuş gibi ben de kendimi karanlıkta gösterirdim. saklayacak şeyi olanlar karanlığı severdi. ben de saklamayı severdim, yaralarımı ve kusurlarımı. çünkü şimdiye kadar beni onlarla kabul eden kimseyi görmedim. tek kişi vardı o da yarayı açan. gitmişti zaten, herkes gibi beni yalnız bırakmakta pek bir çekince duymamıştı.

"no te rompas esa botella en la mano, hijo de puta."
(o elindeki şişeyi kırayım deme oruspu çocuğu.)

beni ve elimdeki bira şişesini göstererek kaşlarını kaldıran adama baktığımda içimden bir ses bu orta yaşlı daha fazla gece kalmadan evine gitmek isteyen adama kulak vermemi söylese de ani bir dürtü ile yarısı dolu şişeyi elimden bıraktım. şişe büyük bir gürültü ile paramparça olurken adamın suratındaki ifade beni güldürdü. elindeki faraşı kafama çalmasına izin vermeden oturduğum banktan kalktığımda faraşa doldurduğu cam kırık seslerinin arasında arkamdan savurduğu küfürleri duyabiliyordum.

ayaklarımın benden izinsiz kaldığım küçük dairenin yolunu tuttuğunu fark ettiğimde sokağı döner dönmez izlendiğimi hissettim. hızlı bir kararla yolumu değiştirip ara sokaklardan günün yirmi dört saati açık olduğunu bildiğim bir bara girdim. aynı yere ikinci kez giremezdim benim için tanınmak çok kolaydı. yüzümde tam sol gözümün altındaki koyu renkli izdi bunun sebebi. ama bu mekan farklıydı: karanlıktı bir kere, saklanmak kolaydı. pek de işlek bir yer de değildi, kalabalık olmazdı.

"¿la costumbre?"
(her zamankinden mi?"

", jorge. le rompí mi botella de terquedad a un basurero."
(evet, jorge. çöpçünün birine inat şişemi kırdım.)

şişeyi açıp önüme ittiğinde bir teşekkür mırıldanıp şişemi yudumlamaya başladım. beni izlediğinden emin olduğum o yabancıyı düşünmeyi bıraktım çünkü eğer beni buraya kadar takip ettiyse telaşımı göz önüne sermiş olurdum. saklayacak bir şeyim yokmuş gibi davranmalıydım. öyle de yaptım, elimden geldiğince doğal davranıp şişeyi bitirdim. aptal bir sarhoş gibi hesabı ödeyip çıktıktan sonra bu kez gerçekten eve gittim.

bir elim belimdeki silahımdayken kilidi çevirip içeri girdim. dairemde her zamanki sessizlik bana güven verdiğinde kapıyı arkamdan kilitleyip doğruca lavaboya gittim ve kendimi kusmaya zorladım. eskiden, çalışırken asla içmezdim, alkol toleransım hiç de yüksek değildi ve o aptal sarhoş taklidini yaparken aslında gerçekten sarhoştum. midemdeki bütün sıvıyı çıkardığımdan emin olduğumda bir duş alıp yatağıma uzandım.

bu hayattan sıkılmıştım. bütün bu kaçıştan saklambaçtan. iki yıldır hiçbir şekilde rahat geçirdiğim günüm yoktu. sabah kalk, kahvaltı yap, evden uzaklaş, telefon kullanma, televizyonu eğlenmek için değil haber almak için izle, yakalanacağını anladığın an ülke değiştir. ispanya benim üçüncü durağım, buradan önce rusya, ve avusturya'da yaşadım. her biri ya birkaç hafta ya da bir ay kadar sürmüştü. kcia'den ayrıldığımdan, daha doğrusu kaçtığımdan beri her yerde izleniyordum. ve ne zaman bir ajanın kimliğimden emin olduğunu anladığımdaysa onu öldürmek zorunda kalıyordum.

ránaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin