11 //

352 10 2
                                    

Beynim sarsılıyordu. Fantastik filmleri bilirsiniz, alışılmışın dışında bir şey olur ya, olaya en dahil olan bile şaşırır.. Beni bırakın o bile donup kalmıştı.
"Yaşlı" ağacın çokta uzun sürmeyen uyanışı sonucu kendimi yerde buluyorum. Ortalık yerle bir tabiri buraya çok uyuyor. Enimden bile geniş olmayan, sadece ayaklarımın sığabileceği küçük toprak parçası kenarlarından ayrılıyor. Deprem. Bir ağacın hareket edişinin yol açtığı doğal afet.
Sendeliyorum ama düşmemem lazım, yoksa daha çok başında olduğum maceram biter. Sarsılma bittikten sonra doğruluyorum.
Ayaklarımı hareket ettiremezken nasıl yan tarafa atlayabilirim ki?
Uzun uğraşlardan sonra olmam gereken yerdeyim, Delph'in yanında.
Benden üç tane üst üste koyun, iki tane de yan yana. Ağaç dışında herşeye benziyordu.
" Mhmmmm.. Uhh.. "
" Kaç yıldır uyuyorsunuz? "
Delphine'in sorusu gülmeme neden olmuştu. Yıl mı?
" Umarım..Rahatsız etme...sebebiniz..ikibin dörtyüz dokuz...yıllık uykuma değer..derecededir.. "
Umarım.
Nedensiz bir şekilde başım dönüyordu. Vücudumda dolaşan kanın ağırlaştığını hissedebiliyordum. Gözlerim kararıyordu, bazen de alnımdan akan terden hiçbirşey göremiyordum. Ayaklarımdaki acı da cabası. Sahi ne old-u..?

Uyandığımda ayak bileklerim sarılıydı, Delph ise elindeki kahverengi şeyi yediriyordu bana. Görünen o ki rahatsız etme sebebimiz yaşlı ağacın o uzun uykusunun bölünmesine değmiş. Tahmin ettiğim gibi tahtadan yapılmış bir kulübedeyiz. Ama yerde miyiz yoksa ağaç dalı mı, emin değilim.
Gözleriyle gülümseyen Delphine elini uğurlu kolyesine götürüp anlamadığım bir şeyler söyledi. "Efkaristiyes.."*
Yine tahtadan yapılmış rafın yanına gidip bir peçetenin içinden o kahverengi şeyi getirdi. Bisküviler ne zamandan beri yaralara iyi geliyor?
" Tadı güzelmiş."
" Çok yiyemezsin.."
Hala tedirgindi. Tanrı aşkına o dev ağaçların yanındayız, burada bize zarar gelmemeli. Her ne kadar uyanmaları uzun sürse de bayağı yardımseverler baksana.

Bunları içimden söylediğimi farkettiğimde o, ayaklarıma bakıyordu. Ne olduğunu çok merak ediyordum, ama o başka dünyalardaydı şu an.
Dokunuşları çok yumuşaktı. Sanki kutsanmış biriydi o, her hareketi daha da iyi hissettiriyordu.

Derin düşüncelerimden bileğimin yanmasıyla irkilerek sıyrıldım. Açık deriye tuz değmişçesine yanıyordu. Dayanamadım ve sordum,
" Neden? Ne oldu? "
" Myrmeke. Deadalus'un uyanışı sırasında farketmeden seni yemiş olmalı. Bir tür böcek. Zehirlidir hatta öldürebilir. "
" Ne yani ölecek miyim? "
Salakmışım gibi baktı suratıma.
" Ambrosia kurtarır seni ", gülümsedi.
Çok soru sorduğumun farkındaydım. Azıcık akıllıyı oynamalıyım. Hatırlıyorum da, yaptığım derin araştırmalar sırasında o şeyin adını duymuştum. Tanrı'ların kutsal yiyeceği. Benim bisküvi dediğim şey. Azı yarar, çoğu zarar.
" Acıktın mı? "
Karnım benim yerime cevap verdi. Grrrr. Kurt gibi.

---x---

" Hareket et! "
Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışıyordum ki yaralı ayaklarla imkanı yok kılımı kıpırdatmazdım. Sadece acıktım diye..ya da Delphine istedi diye.
Yürümeye çalışırken bir yandan da ağaçların numaralarına bakıyordum. Hangi işsiz uğraşmış acaba..ne amaçla?
Cümlem biter bitmez büyük bir gürültü koptu ve çığlık attım. Bu sefer hanginiz.. Yok artık. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor ve biz hala kuruyuz ha? Sanırım gerçekten erdik, kutsandık.
Delphine'in kahkahası beni sinir etmişti. Ne var yani gökgürültüsünden korkuyorsam???
" Ona gülmüyorum."
" Ya neye gülüyorsun o zaman? ", aklımı okuduğunu biliyordum.
" Yukarı bak. Milyarlarca ağacın arasındayız, tabii ıslanmayız. Kutsanma işini de sevdim doğrusu. ", sırıttı.
Yine rezil olmuştum. Lanet olsun, seni çok bilmiş.
" Teşekkürler, yağmur neden başladı biliyor musun? Gökyüzü neden kızdı? Biraz daha kibar ol, bu ağaçlar olmasaydı şu an kim bilir nerede olurdun. "
Ooo sinirlendin ha. Hala çok seksi. Umarım bu dediklerimi duyuyorsundur.
Yürüyüşünü yavaşlattı ve onun yanına gelmemi kolaylaştırdı. Tam o sırada koskocaman bir bahçe çıktı karşımıza. Hiçbir yerden. Adım başı farklı renk tonlarına boyanmış kutuların içinde, çeşit çeşit meyveler. Her birine teker teker göz gezdirirken, açlıktan, Delph'i unutmuşum. Arkama baktığımda yere çökmüş, titriyordu. Yanına koştum ve;
" Neyin var? "
" Yanılıyor olduğuma..dua et! ", dizimi yumrukladı.
Çok mu açtı yoksa aynı şeyleri görmüyor muyduk bilemedim.. Bu koku da ne?
Sanırım tüm meyveler birbirine karışınca leş kokuyor. Sahibine söylesekte temizlese.
Delph ayaklandı ve parmak hesabı yaparak sağdan onbirinci kutuya yaklaştı. Gözlerini kapattı ve yüksek sesle;
" Sose me! " **
Yüzünü bana dönerek;
" Sose mas! " ***
Ne dediğini anlamayı çok isterdim ama eliyle yaptığı hızlı ol işaretinden sonra onun yaptığı gibi önüme gelen ilk kutudan birkaç meyve seçtim. Topallayarak yanına koştum.
" Kaç? " dedi.
" Oniki " soruyu doğru anladığımı umaraktan.
" İyi deneme. Biz bu bahçeyi nasıl bulduk? Daha doğrusu biz mi onu o mu bizi.. Tesadüfen mi? Saklı bir yer miydi? Yoksa yasaklı mı? "..

* " Teşekkürler ", Yunanca.
** " Beni koru! ", Yunanca.
*** " Bizi koru! ", Yunanca.


Biz Kimiz? 1.SezonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin