Neden kimseyi sevemiyordum? Neden kimseye ruhumun en derinliklerine kadar bağlanamıyordum? Çocukluğunda, gençliğinde ailesinden, yakınlarından her zaman sevgi gören biri için birini sevememek büyük ayıptı bence. Yıllardır kendime çektirdiğim eziyyet bu yüzdendi.
Öğretmen anne babanın ilk evladı, ilk heyecanıyım ben. Koşulsuz sevilmeyi ta bebekken hissetmişim. Annem her gördüğü bebeğe karşı benim güzelliğimi savunur hala. "Ben ömrümde Güneş kadar güzel bir çocuk görmedim" der. Babamda da durum farklı değil. Attığım her adımda hissederim onun desteğini. Şimdi başarılı bir kadınsam bir zamanlar babamın bana verdiği o müthiş tavsiyeler sayesindedir. Hiç gocunmaz düştüğümde, gerçekten kötü hastalandığımda, başarısız olduğumda benimle ağlamaya. Kaş defa yanımda, yatağımın başında duydum göz yaşı döktüğümü. Bir prenses gibi yetiştirmedi beni anne ve babam. Güçlü, ayakları üstünde duran, sağlam düşünen biri olmam onlar için yeterliydi. En iyi okullarda okudum. Bu bir az benim başarılarımdan kaynaklanır, bir az da anne ve babamın maddi manevi desteğinden. Şimdi ortada bir şey yokken bile onlara bakar duygulanır ağlarım. Benimle birlikte ağarttıkları güneşe, hop oturtup hop kaldıran heyecana şimdi o kadar minnettarım ki. Hal böyleyken, etrafımdaki her kes tarafınca bencil biri olarak bilinirim. Bilmezler ki benim evde başarılarımla gururlandırmam gereken, ömür boyu borçlu olduğum insanlar var. Bu minnet duymak değil. Ben böyle yaşıyorum. Onların gözlerindeki desteği, gurur görmeden yaşayamam.
Düşünceler içerisinde boğulurken öğle saatinin bittiğini, her kesin toparlandığını anca farkediyorum. Yarısına geldiğim yemeğimi elime alarak görevliye teslim ettim. Kalem eteğimin tadilata ihtiyacı olduğunu düşüne düşüne 3 katı çıkarak odama girdim. En iyi üniversiteden iyi puanlarla mezun olmam böyle bir şirkette kolaylıkla iş bulmamı sağlamıştı. Önceleri ayak işlerini yaptığım şirkette artık Yöneticilik yapıyordum. İşimden bazen sıkılır bazen sıkılmam. Hep aynı dengede olmaz mesela. Ruh halimden mi kaynaklanır bilmem bir ay aşırı yoğun ve yorgun, bir ay sakin ve huzurlu bir iş ortamı hakim olur şirkette. Bu ay aşırı yoğun bir dönem. Şirket yeni adımlar atma evresinde ve her kes gibi bizim departman da işini en iyi şekilde yapma derdinde.
Tam dosyaları alıp masama koyarken telefonumun bildirim sesiyle dikkatim dağılıyor. Mesajın kızlarla açtığımız gruptan olması şaşırtmıyor beni. Yine hangi biri dedikodu duydu da akşam buluşmamızı bile beklemeden yazdı diye düşündüm. Her biri tatlı, işinde gücünde iyi kızlardı ama dedikodu vazgeçilmezleriydi. Onlar beni sessiz sakinliğimle, ben de onları huysuz, gıybetçi kişilikleriyle severdim. Bir şey yazarsam işime hiç odaklanamayacağımı bildiğimden telefonu bana en uzak köşeye iteledim ve işime döndüm.
****
İşlerimi bitirdiğimde çıkış saatine az kaldığından yarın için imza gerektiren dosyaları asistanıma teslim ediyorum. Bir sıkıntı çıkmasını istemediğim için her detayı da açıklama ihtiyacı hissediyorum. Zarzor şirketten çıktığımda yine akşam yemeğine geç kalacağımı düşünüyorum ama vakitlice mahalleye varıyorum. Önceleri şirket tarafından verilen araçla ulaşımımı gidersem de şimdilerde kendi aldığım arabamla gidip geliyorum. Babam şirket yakınlarında ev tutmamın hayatımı daha kolaylaştıracağını savunsa da annem kati surette mani oluyor başka yere taşınmama. Her ne kadar 26 yaşıma kadar serbest büyüsem de evden ancak evlenirsem taşınmama izin veriyor Valide Hanım.
Arabayı park edib çantamı alarak bahçeye giriyorum. Topuklu ayakabılar eziyyettir diye düşünen ben şimdi haftanın beş günü farklı yükseklikte ayakabılar giyiyorum. Meslek icabı her şey katlanmalı insan. Başımı sallayarak düşücelerimi savuşturup zili çalıyorum. Anahtarım var ama annemin elleri kirli söylene söylene kapıyı açmasına bayılıyorum. Maksatım eziyet değil sadece yüzündeki gülümseme o kafar güzel oluyor ki beni karşılarken her gelişimde görmek isterim. Terlik sesleri yaklaşıyor ve annem kolları dirsleklerinden bükülmüş, elleri hamurlu açıyor kapıyı.
"Hoş geldin, annem. Geç içeri." diyor sesinden öptüğüm kadın.
Yanağından koklayarak bir buse alıyorum ve " Hoş bulduk annecim. Börek mi, şah pilav mı?" diye soruyorum. Annem Azerbaycanlı. Şah pilavı da bizim oraların ev güzel yemeklerindendir. Bayramda, doğum günlerinde soframızın vazgeçilmezidir.
"Bekir oğlumun doğum günü. Bir az evvel Sünbül teyzen davet etti. Koskoca adama ne alacağımı bulamadım. Ben de en iyisi şah pilavı yapayım dedim."
Güldüm onun bu telaşli haline. Her zaman böyle düşüncelidir annem. Yardıma ihtiyacı olan biri varsa ona temennisiz yardım eder.
Ayakabılardan sonunda kurtularak kendimi odama attım.
Asım hala gelmediği için ev sessiz. 16 yaşında olan kardeşim benim aksime delidolu biri. Evin adeta neşesi. O olmadığı zamanlar eve bile girmek istemem. Benden 10 yaş küçük olsa da çoğu yere onunla giderim çünki etrafına yaydığı enerji o kadar güzel ki insan hiç sıkılmıyor yanında o olunca. Üstümü rahatlayarak mutfağa yollanıyorum. Annemin yanağına yine öpücekler bırakıp tezgaha yaslanıyorum.
"Güneşim, pilav olunca Sünbül teyzenlere sen mi götürsen? Akşam ben geç gideceğim. Misafirlerine de ikram ederler belki. " diye sessizliği bozuyor annem.
"Tabii annem. Sen geç otur. Ben yapar götürürüm istersen." diyorum. Çünki ben de yardım edemediğimden bütün ev işlerinden nasıl yorulduğunu çok iyi biliyorum.
"Bir şeyi kalmadı zaten. Demlensin götürürsün." diyerek salona gitti. Bir az sonra Nezaket Teymurovanın o güzel sesi doldurdu evimizi. Annemin Azerbaycanlı olmasının en güzel taraflarından biri o güzel yemekler, diğeri de insanın içine işleyen şarkılar. Sözlerini az çok anlasam da o kadar güzeldi ki şarkı duygusuz beni bile ağlatabiliyor bazen.
Telefonumu alarak kızlarla ordan burdan konuştuktan sonra akşama az kaldığını, pilavı götürüp Sünbül teyzeye vermem gerektiğini hatırlıyorum. Anneme seslensem de cevap vermiyor ben de pilavı uygun kaba koyup karşı eve gidiyorum.
Sünbül teyzeler bize mahallede en yakın insanlar. Tek oğlu ve hasta kocasıyla karşı evimizde oturuyorlar. Annem hep bahseder ne kadar kötü günler yaşadıklarından. Naci amca gençliğinde çalışkan, iyi bir adammış ama alkole başladıktan sonra evi bile kaybetme noktasına gelmişler. O zamanlar çocuk olan Bekir okulu bırakıp babasının enkazını toplamış. Şimdi durumları iyi de ailecek kopuklar. Mesela Bekirin 2 ablası var ama hiç öyle yakın görmedim onları. Zaten okulları bitince üniversite sınavını bile denemeden ikisi de evlendi gitti. Arada gelirler ama bana sorarsanız gelmemeleri daha iyi. Bekir ne kadar çalışsa da bir türlü memnun edemez onları. Çabaladığına çoğu kez şahit oldum ama ağzını bir defa açıp kötü söz söylediğini duymadım ablalarına. O da benim gibi sessiz sakin içine kapanık. Hatta bazen o kadar dalgın ve sessiz ki annesi,annem çok endişelenir onun için. Önceleri garsonluk yaptığı restoranın şimdi sahibi. Yani öyle azimli, öyle çalışkan biri. Şimdi benim gibi onun da tüm hayatı işi.
Bahçeden gelen seslerle adımları bahçeye doğru attım. Sünbül teyzeyle Bekir konuşuyorlardı. Bir adım daha atacakken adımı duymamla duraksadım.
"Güneşi diyorum annem. Çok iyi kız. Terbiyeli, güzel, iyi huylu. Yaşlarınız da denk hem. Bir düşünsen, hı?"
Boğazımın kurumasıyla bir kaç defa yutkunma ihtiyacı hiss ettim. Dinlemem, gitmem gerekirdi belki ama gidemedim. Bir az daha sessizleşip sindim duvarın kenarına.
"Anne. Hiç aklın alıyor mu bizi? Kız okumuş, tahsilli. Denk miyiz hiç?" Uzun bir süre konuşmayan Bekirin laflarıyla kaşlarımı çattım.
"Aa o ne demek öyle oğlum? Neden denk olmayasınız?"
"Dedim ya anne, kız üniversite mezunu. N'apsın beni? Hem Valide teyze demedi mi yurt dışına gitmek istiyor diye. Kızın hayalleri var. Gidecek." Duraksadı. Sanki toparlamaya çalıştı hislerini, söyleyeceklerini. "Mani olmayın kimseye. Böyle şeyler de söyleyip aklını bulandırmayın."
Sünbül teyze de bir müddet sustu. Ben beni bu kadar savunmasıyla, anlamasıyla şaştım kaldım Bekirin.
"O kadar şey söyledin de oğlum, bir kere istemiyorum demedin."
O an vuruldum. Hem beynimden, hem kalbimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜBTEDİ
Storie d'amoreÖnemli olan ne kadar sevdiğin değil. Önemli olan nasıl sevdiğin. Birini gök yüzünde süzülüyormuş gibi hissettiriyorsan gerçek sevgi bu. Yıllardır aynı kaldırımda yürüyüp,aynı çevrede büyüseler de Güneş hiç farketmedi Bekiri. Sonra yerinde söylenmiş...