dördüncü bölüm| "lunapark."

80 8 6
                                    

Nerden bilebilirdim ki böyle olacağını? Sen hiç sonunu bilmediğin bir yola girdin mi? Galiba artık her şeyi bırakıp gitmek zorundayım. Başını bile bilmediğim bir yolda yürüyorum. Elden ne gelir ki? Anlamıyorum, belki de anlamak istemiyorumdur. Hayat, yolda karşılaştığınız birinin sizin farkında olmadığınız her şeyi yüzünüze vurması kadar acıdır. Bazen gerçekleri başkalarından duymak daha da yıpratır insanı. Böyle miymiş ya? dedirtirler.

Mavi bana kızamazdı, ama Maral kızabilir. Yüzünde gördüğüm ifade öfkeliydi. Bu Mavi değildi, ama biraz önce gördüğüm ifade Mavi'ydi. Maral'da bana yabancı biri değildi. Ama Mavi'yi daha iyi tanıyorum.
"Ne zaman gidiyoruz?" Dedi aniden ayağa kalkıp.
"Ben." Karşısında durdum. "Ben, gidiyorum."
Alay edercesine güldü. "Sen her şeyi arkanda bırakabileceğini mi düşünüyorsun ya!" Sesinin tonu yükselmişti, açık olan pencereden içeri giren rüzgar tokat gibi çarpmıştı yüzüme.
"Git hadi." Diyip kapıyı gösterdi.
"Sırt çevir bize, görelim bizi nasıl terk ettiğini."
"Bağırma bana." Diye mırıldandım.
"Senin için kolay tabi." Kollarını açıp kendini gösterdi.
"Benim gibiler geride bırakılanlardır." Bana doğru bir adım daha attı. Geriye kaçmadım. Olduğum yerde durmaya devam ettim. Bir parmağını omzuma bastırdı. "Ve senin gibiler.." yutkundu.
"Geride bırakanlardır." Sesi kısılmıştı. Gözleri dolmuştu. Burnunu çekti. Ağlamamak için gayret gösterdiği açıkça ortadaydı.
"Seni kimse geride bırakmadı. Geride bırakılan benim." Bana dolu gözlerle bakmaya başladı.
"Bir başına bırakılan o zavallı benim." Bu sefer benim de sesim istemsizce yükselmişti. "Sana nasıl bir his olduğunu göstermemi ister misin?" Dedim kapıyı göstererek. "Burdan çıkıp sağ dönememek."
Tepki vermiyordu. "Öğrenirsin bir gün" diye mırıldandım duymayacağını düşündüğümden. Hâlâ tepki vermiyordu. Bu sözler onun için ağırdı, pişman olacağımı bile bile bunları söylemek benlik değildi. Ama kendimi tutamadım.
Kapıya uzattığım kolumu indirip kapıya doğru yöneldim.
"Eflâl."
Kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktım, ardından rüzgarla birlikte arkamdan sertçe kapandı.
Yağmur çiseliyordu. Beklemediğim biri ile karşılaştım. Tam karşımda bankta oturuyordu. Beni görünce banktan kalkıp koşarak yanıma geldi.
"E hani arayacaktın." Yolun ortasında durup Uraz'a ters bakışlar attım. Susunca tekrar aynı hızda yürümeye başladım.
"Konuşmayacak mıyız?"
"Kes sesini, defol." Uraz kaşlarını kaldırıp başını salladı.
"Söyle bakalım kim kırdı senin kalbini?"
"Kalp kırılmaz." Başını yana yatırdı.
"Peki, sen nasıl diyorsan öyle olsun."
"Ben istediğim için değil aptal, kalpte kemik yoktur." hafif tebessüm edip başını öne eğdi.
"Biliyorum."
"İyi, gidebilirsin şimdi."
"Lunapark'a gidiyorsun?" Olduğum yerde durup gözlerimi kapattım ve dudağımı ısırdım. Sakin kalmaya çalışsam da başaramıyordum maalesef.
"Kafana tekrar silah dayattırma, defol burdan." Bir anlık ciddileşti.
"Hep böyle misin Mina?" İkinci bir azar kelimesi söylemek istemiyorum ama elimde de değil, Maral ile evde yaşadıklarımızdan sonra sakin kalamıyordum.
"Sana karşı böyleyim." Sesimi yükselttiğimden etraftan geçen tek tük insanlar bize bakmaya başladı.
İşaret parmağını dudağıma götürerek susmam için işaret yaptı. Hemen elini ağzımdan çektim.
"Bana ne yapacağımı söyleyemezsin, klişe bir yaz dizisinde değiliz." Güldü. Komiğine gitmişti sanırım ama bana zerre komik gelmiyordu.
"Beni arayacağını söyleyip aramadın, yalancısın."
"Aynen öyle. Bir kaç saat önce söylediklerin hakkında başka ne biliyorsun?"
Sinirimi bozacak şekilde sırıtmaya başladı. Yüzüne tokatı geçirmemek için zor duruyordum.
"Pek çok şey." Bu sefer silaha gerek olmayacaktı sanırım.
"Aferin. Böyle ol ki kesici, delici aletlere başvurmayalım." Gözlerini kısıp dikkatlice bana bakmaya başladı.
"Psikopatsın." Dedi sahte bir gülüş sergileyip.
"Biliyorum." dedim sahte gülüşüne karşılık vererek.
"Gidelim." Peşimden geldiğini zaten biliyordum.
Sinirim biraz olsun dinmemişti, hâlâ öfkeliydim.
"İyi misin sen?" Diye sordu eğilip yüzüme bakıp.
Cevap alamadı tabii ki. Cevap vermeyi de düşünmüyorum. Kötü enerji yayıyorum resmen, Uraz bile anladıysa.
Galiba sessizliğimle susturmuştum onu. Lunapark'a sadece bir kaç sokak kalmıştı. Biriyle konuşmaya ihtiyacım var ama o kişi Uraz değil, Maral'dı.
"Diğer mafya kız nerde?"
"Susacak mısın yoksa ben mi susturayım?" Belimdeki silahı gösterip tehditkâr bir bakış attım.
Başını salladı. "Sen sustur." Alaycı bir şekilde güldüm. "Komik misin ya sen?"
Önüne dönüp yürümeye devam etti. Lunapark'ın biraz ötesine yetişmiştik. Rengarenk ışıklar, çığlık atan insanlar, bayılan, gülen, eğlenen türlü türlü insanları görebiliyordum. Yazın daha kalabalık olurdu, sesler sokaklarda yankılanırdı. Belki de son günlerini yaşıyorlardı ama umurlarında değildi. Lunapark'a annemlerle gelirdik. Babam bazen gelmez, annem beni tek götürürdü. Çocuk dönme dolabı ve atlı karınca dışında hiç bir şeye binemezdim. Çarpışan arabalara bir kere bindim, onda da ölümden dönüyordum. Büyük tramvaydı. Anne ve babamdan sonra ilk kez buraya geliyorum. Ne tarafa baksam farklı bir anı çarpıyordu suratıma. Beraber yürüdüğümüz yollar, bindiğimiz dönme dolap. Her şey yerli yerindeydi. Ama tek eksik onlardı. Her şey vardı ama onlar yoktu. En acısı da bu..

Diri Ruhlar OkyanusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin