altıncı bölüm| "ruhuna iyi bak."

83 6 5
                                    


Hayat çaresiz anımızı mı bekler yoksa tesadüfen mi çaresiz anımıza mı denk gelir acılar? Geçmez mi hiç? Ya da unutulmaz mı? Hep zihnimizin bir köşesinde kalmak zorunda mıdır? Aklımı kaçırdığım bile oldu. Ama geçmiyor, unutulmuyor. Aklıma kazınmış bir şekilde duruyor. Unutmak istemiyorum ama aklımdan çıkmadığında da deliye dönüyorum. Yaşamak istemiyorum, her şeyden tiksiniyorum.

"Üzüldüm senin adına." Bu cümleden nefret ederdim hep.
"Üzülecek bir şey yok, üzül diye söylemedim." Bana acınılmasından nefret etmişimdir hep.
"Tamam sinirlenme." Göz devirip yola odaklandım. Eve sadece bir sokak kalmıştı. Olduğum yerde durup onun da durmasını bekledim. Durup karşıma geçti ve anlamsız bakışlar atmaya başladı. Karşıdan epeyce rahatsız edici bir araba farı gözümü rahatsız edince Uraz kolumdan çekip kaldırıma çıkarttı beni.
"Dikkat etsene." Derin bir of çekip umursamaz tavır takınmaya devam ettim.
"Buradayken sana bir şey anlatmak istiyorum." Az önce az daha ölecek olmam umrumda olmamış, sadece konuşmak istiyordum. Derin bir iç çekip yutkundum. Kaldırım kenarına oturup anlamsız bakışlarını izlemeye devam ettim. Bunu söylemeli miydim bilmiyorum ama kimseye anlatamadığımdan Uraz'a anlatmak istemiştim. İçimde tutamazdım daha fazla.
"4 yıl önce küçük bir kız kuzenim vardı daha çok küçük yaşta teyzem vefat edince biz bakmak istedik 4,5 yaşındaydı. Biz arkadaş gibiydik daha sonra annem ve babam onu alıp beni bakıcımla evde bıraktı. Eve geldiklerinde annemin gözleri kan çanağı gibiydi. Bana kardeşimin artık bizimle kalamayacağını, hastalandığını ve ona bakmaları için ebeveynleri doktor olan bir aileye verdiklerini söylediler. 2 gün sonra beni cenazesine götürdüler." Uraz yutkundu. Boğazının düğümlendiğini bu hareketinden anlamıştım. Ama anlatacaklarım bitmemişti. "Babam karakolda çalıştığı için olay görüntüleri çekilip ona veriliyor. Bir gün babamın odasına girdim o yokken. Niyetim o fotoğrafı bulmak değildi ama tesadüfen kardeşimin o fotoğrafını gördüm. Dosyanın içindeydi. Kardeşim yerde kanlar içinde yatıyordu. Hayatımın en zor geçen günüydü. Belki de kendim ölsem bu kadar acımazdı canım. Kanımdan olmasa bile aynı geni taşıdığımız kız kardeşimin kanları yerlerde kurumuştu. O sokak." Derin bir iç çekip yutkundum. Oturduğum kaldırımdan kalkıp yolun ortasında kalan kurumuş, yıllar geçmesine rağmen sokaktan fazla araba geçmediği için yolun yarılmış, ezik büzük olan bir kısmını elimle işaret ettim.
"O sokak burası." Uraz'ın göz bebekleri büyümüştü. Hayretler içerisinde önce yola, daha sonra bana bakmaya başladı. Gözleri dolmuştu, neden bilmiyorum ama üzülmüştü sanırım. Artık önemi yok öyle değil mi? Onun için sadece bir anlık bir üzüntüydü bu, ve benim için de yıllardır geçmeyen bir yara izi. Yaralar iyileşir ama izi kalırdı hep. İzi kalmıştı, geçmiyordu. Uraz cebinden kulaklığını çıkarıp birini kendi kulağına, diğerini ise benim kulağıma yerleştirdi. Ardından telefonunu çıkarıp kulaklığın ucunu telefona taktı. Yaklaşık 10 saniye sonra kulağıma gelen sakin bir fon müziği. Beni ordan uzaklaştırmamış, belki de yüzleşmemi istemişti. Beni kardeşimin ölmediğine ikna edemezdi çünkü o öldü. Ama anne ve babam tek şansımdı. Bunu o da biliyordu. Kardeşimi o halde görmüştüm, o gün her şey burada başlamıştı. Kardeşimin ölü bedeni saatlerce orada kalmış, kanları her yere saçılmış, fotoğrafları çekilmiş, ve ona bir obje gibi bakıp incelemişlerdi. Henüz 4,5 yaşındaydı. Ve ben de 14 yaşındaydım. Şarkı çalıp giderken Uraz'ın omzuma hafifçe dokunması dağılmama yetmişti.
"Geride kaldılar, geride kaldı o günler." Şarkı beni teselli etmek istercesine yazılmıştı sanki. Daha fazla o kanı orada görmeye dayanamazdım. Kulaklığı çıkarıp Uraz'ın da çıkarmasını bekledim. Şarkıyı durdurup kulaklığı çıkarttı. Hemen lafa atladım.
"Islak mendilin ya da peçeten var mı?" Bana sorgularcasına bakış attığında yanağımda yaşlar birikmişti. Bunun için istediğimi sanıp cebinden bir mendil paketi çıkarıp bana uzattı. Tek bir an bile beklemeden yola doğru koşmaya başladım. Yolun ortasında durup çukurun önünde diz çöktüm, muhtemel kardeşim burda ezilmişti. Uraz hemen arkamdan koşuyordu.
"Eftalya! Ne yapıyorsun? Ezileceksin." Benim için endişelendiğini sanmıyorum. Daha çok gece gece başına iş almamak içindi.
Mendil paketinin içinden bir mendil çıkarıp yerde leke olmamasına rağmen silmeye başladım. Belki yerde kanı kalmamıştı ama hâlâ kalbimde kanayan bir yara olarak kalmıştı. Hem delice ağlıyor, hem de elimin yere sürtünüp soyulmasını umursamadan yolu silmeye devam ediyordum.
"Yeter, kahroluyorum yeter!" Uraz'ın donuk sesiyle dönüp ona baktım göz yaşları içerisinde kolumdan tutmuş yerden kaldırmaya çalışıyordu beni. Kan bir zamanlar kurumuş, yol asfaltına karışmıştı. kalmış olması mümkün değildi hafif çiseleyen yağmurun altında asfaltı silmeye devam ettim. Ellerim paramparça olmuş, kemiğim ortaya çıkmıştı.
"Sana söz, kardeşine bunu yapanları da bulacağım." Olduğum yerde donup kalmıştım. Kulağım çınlıyordu adeta. Kardeşime kim nasıl böyle bir şey yapabilir? Bir süre tepkisiz kaldıktan sonra Uraz'a doğru dönüp sesimin kısıldığını fark etmeden dudaklarımı araladım.
"Kardeşime." Bir süre bunu sindirmeyi bekledim. Yutkundum.
"Kardeşime." Gözlerim dolmuş, burnum acımaya başlamıştı. Uraz belimden tutup kollarını dizlerimin altından geçirip beni kucağına aldı. Yağmur şiddetini almış gidiyordu.
"Sakin ol." Onun fısıltısı, yağmur sesi eşliğinde daha farklı gelmişti. Sakinleştirici bir iğne gibiydi, ama o iğne damara denk gelmişti. Sakinleşmiyordum aksine daha fazla titremeye başlamıştım. İçim titriyordu. Uraz bir kolunu sırtımdan dolayıp beni sıkıca sardı. Boyu benden uzun olmasına rağmen bana doğru eğilip fısıldadı.
"Hepsinin hesabını verecek, her kimse." Fısıltılı sesi netti. Yağmur hızlanmış, açık dalgalı saçlarım ıslanmıştı. Ağlıyordum, belki de bu güçsüz yanımı sadece Uraz'a göstermiştim. Ona güvenmiş, ilk defa sadece onunla buraya gelmiştim. Yüzüme doğru eğildi. Aramızda çok az bir mesafe vardı. Gözlerimiz bir birine değiyordu, dudakları aralandığında dikkatlice onu izlemeye başladım.
"Eline bakabilir miyim?" Gözlerim kocaman açılmıştı, hafifçe başımı olumlu yönde salladım. Nerdeyse kemiği gözüken elimi avuçlarının arasına alıp incelemeye başladı. Elim kanıyordu, derim soyulmuştu. Asfalt fazla sertti. Uraz elime üflemeye başladı.
"Acıyor mu?" Başımı olumsuz yönde salladım.
"Hayır." Acıdığını biliyordu.
"Pansuman yapmamız gerekecek." Başımı olumsuz yönde salladım. Daha fazla kucağında durmak istemeyip inmek için çekiştirip durdum.
"Ya kızım bi dursana sadece iki dakika ver."
Bacaklarımı tuttuğu elinde duran telefona yetişmeye çalışıyordu. Ekranı açıp klavyeye tuşluyordu. Sanırım birine mesaj atıyordu.

Diri Ruhlar OkyanusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin