ARKADAŞLAR SONUNDA BİTİRDİM
Çok şükür dediğinizi duyar gibiyim.
Valla hiç kontrol etmeden atıyorum, çok üşendim. Eğer hatalar olursa düzeltirsiniz.
Kuzgun karası saçlı çocuk, sırtüstü yattırdığı bedeninin üstünden minik bir farenin geçmesiyle sıçrayarak uyandı. Yerinde dikleşti ve yüzüne aniden vuran ışığa karşı elini gözüne siper etti. Güneşi hiç bu kadar parlak gördüğünü hatırlamıyordu.
Gözleri ışığa alıştığında ellerini yüzünden çekti. Etrafına biraz bakındığında ona çok yabancı bir ortamda olduğunu fark etti. Burası bir sahil kenarıydı. Oğlan sapsarı, şimdiye kadar gördüğü plajlardaki gibi insanlar tarafından kirletilmemiş, tertemiz kumların üzerinde oturuyordu. Önündeyse kocaman, masmavi bir deniz uzanıyordu.
Harry korkuyla yerinden kalaktı. Buraya ne zaman veya nasıl geldiği hakkında en ufak fikri yoktu. Onu evine götürebilecek bir yol bulmak veya en azından nasıl bulabileceğini sormak için herhangi bir insan görmek ümidiyle etrafına daha dikkatli baktı bu sefer. Ama ne etrafta herhangi bir yaşam izi ne de sahilin bir sonu vardı. Arkasında, sağında ve solundaki ufuk çizgilerine kadar devam ediyordu kum. Önündekinde ise kum yerine deniz. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Bu sefer iyice panikledi. Çok küçük bir umut biri duyar diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Fakat sesi her defasında kum tepeciklerinde kaybolup gitti.
Denize döndü tekrar. Deniz de aynı kumlar gibi dupduruydu. Çarşaf misali yayılmıştı, üzerindeki tek sarsıntı küçük gelgitler sayesinde oluyordu. Suyun ıslak kumların üzerine her geldiğinde çıkan o zarif ses kulaklarını doldurdu gencin. Nasıl oluyorsa, birdenbire sakinleştirdi bu onu. Başka yapılacak bir şey olmadığını anladığında az önce yattığı yere geri oturdu. Bacaklarını katlayıp kendine çekti ve denizi izlemeye başladı.
Güneşin parlaklığına, havada tek bir bulutun olmamasına ve havanın sıcaklığına bakılırsa yaz mevsiminde olmalıydı. Ama yine de deniz kenarında olmasında ötürü tatlı bir rüzgar vardı. Rüzgar yüzüne çarptıkça karman çorman saçları geriye yatıyor, denizin tuzlu kokusu burnuna doluyordu. Daha önce teyzesinin ailesiyle -onu evde bırakmayı göze alamazlardı, mazallah bir şeyi çalar falan- sahile gelmişti ancak hiçbiri burası kadar eşsiz bir havaya sahip değildi. Büyülenmişçesine bir süre denizi izledi.
Denizin büyüsünden kurtulduğunda üstündeki kıyafetlere baktı. Yalın ayaktı. Üstünde günlük yeşil bir tişört, altındaysa tam kumsala gitmeye uygun naylon bir kumaştan yapılmış, kırmızı bir şort vardı. Bunları ne zaman giydiğini hatırlamıyordu. Hatta onların kendi kıyafetleri olduğundan bile emin değildi.
Tekrardan aklında sorular belirdi. Neden buradaydı? Nasıl buraya gelmişti? Ron ve Hermione neredeydi? Kayıp mı olmuştu? Neden hiçbir şey hatırlamıyordu? Dakikalarca soru üretti kendi kendine, hiçbirine bir cevabı yoktu. Artık başı ağrımaya başlamıştı.
"Ne güzel bir manzara, değil mi?"
Harry gelen sesle irkilerek hemen soluna döndü. Döner dönmez gözleri büyüdü, dili tutuldu. Karşısında tıpkı onun gibi kumların üzerinde oturup denizi seyreden bir Sirius görmeyi beklemiyordu haliyle.
"S-sirius?"
Sirius kafasını usulca Harry'e döndü ve yorgunca gülümsedi. "Merhaba, Harry."
Harry'nin kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Sirius'u görmeyeli ne kadar olmuştu? Birkaç ay, onu en son Voldemort'a teslim olmadan önce annesi, babası ve Remus ile birlikte Diriltme Taşı sayesinde görmüştü. Peki onu en son ne zaman canlı bir şekilde görmüştü? En az iki yıl geçmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çay mı, Kahve mi?《Drarry》
Fanfiction"Çay mı, kahve mi?" Günlük hayatımızda sıklıkla karşımıza çıkan bir soru. Ama Draco ile bu soruyu çok daha farklı bir şekilde ele alacağız.