O budalaca günün üzerinden iki gün geçmişti. Hem de bir kargaşa, gürültü ve patırtıyla! Bütün bu kargaşanın, aptallığın, bayağılığın nedeni bendim. Bazen düşünüyorum da çok komik geliyor bütün bunlar. Bana ne olmuştu, bir türlü kavrayamıyordum. Kendimi aşırı bir heyecana mı kaptırmıştım, yoksa delirmiştim de beni yola getirecekleri zamana kadar bu tür rezilliklere devam edecek miydim? Kimi zaman gerçekten aklımı kaçırır gibi oluyordum. Bazen de çocukluktan, öğrencilik çağımdan kurtulamadığımı, yaptıklarımın okul yaramazlıkları olduğunu zannediyordum.
Suç Polina'daydı. Hep onun başının altından çıkıyordu bütün bunlar! Eğer o olmasaydı belki de çocuklar gibi yaramazlıklar yapmazdım. Kim bilir, belki de umutsuzluğa kapıldığım için yapıyordum bütün bunları -böyle düşünmenin de budalaca bir şey olduğunu biliyorum aslında. Anlamıyorum, bu kızda hoşlandığım şey ne? Güzel olmasına güzel, daha doğrusu çok güzel olduğunu sanıyorum. Yalnız benim değil, birçok erkeğin akılını başından alıyor. Uzun boylu, hoş bir vücudu var. Ancak, biraz fazla narin. Hani insan onu neredeyse düğüm yapabilir ya da ikiye katlayabilir. Uzun ve daracık bir ayak izi var. Saçları kızıla çalıyor. Gözleri tıpkı bir kedininki gibi, kurumla ve küstahça bakmasını pek iyi beceriyor. Dört ay kadar önce yanlarına yeni girdiğim sıralardaydı. Bir akşam salonda De Grieux ile uzun uzun, hararetli bir konuşmaya dalmıştı. Adama öyle bir bakışı vardı ki... Odama yatmaya çıkınca düşündüm... Sanki adama önce bir tokat patlatmış, sonra da karşısına geçip seyreder gibi bir hâli vardı. İşte o akşam Polina'ya âşık oldum.
Her neyse işte, biz yine konumuza dönelim.
Ana yola çıkan patikaya saptım, ana yolun ortasında dikilip Baron'la Barones'i beklemeye başladım. Aramızda beş adım kadar bir mesafe kalınca şapkamı çıkarıp onları selâmladım.
Anımsıyorum da Barones'in sırtında açık gri, ipek kabarık etekli bir giysi vardı. Fırfırlı ve kuyruklu bir giysiydi bu. Kısa boylu ve oldukça şişman bir kadındı. Dolgun ve sarkık çenesinden neredeyse boynu görünmüyordu. Kıpkırmızı bir yüzü vardı. Ufacık gözleriyle küstahça, dik dik bakıyordu. Yürüyüşünde bir hava vardı. Baron'a gelince; uzun boylu, sıska bir adamdı. Tipik bir Alman yüzü vardı. Gözlüklüydü. Kırk beş yaşlarında gösteriyordu. Bacakları neredeyse göğsünden başlıyordu. Asalet belirtisi tavuskuşu gibi de kurumluydu. Azıcık da hantaldı. Yüz ifadesindeki koyunsu hava ona dalgın bir adam görüntüsü veriyordu.
Bütün bunları birkaç saniye içinde fark etmiştim.
Selâmım ve elimdeki şapka önce dikkatlerini çekmedi. Baron kaşlarını belli belirsiz çattı. Barones ise kasıla kasıla bana doğru ilerledi.
Yüksek sesle ve her sözcüğün üstüne basa basa,
Madam la baronne, dedim, J'ai I'honneur d'étre votre esclave.
Sonra eğilerek şapkamı başıma geçirdim ve Baron'un önünden geçerken sevimli bir tebessümle yüzüne baktım.
Şapkamı çıkarmamı Polina istemişti ama eğilerek selâmlamayı ve şımarıkça davranmayı ben uydurmuştum. Kim bilir hangi şeytana uymuştum. Tüm kontrolümü yitirmiş gibiydim.
Baron öfkeli bir şaşkınlıkla bana dönerek,
"Hein!" diye bağırdı. Daha doğrusu cıyakladı.
Bense döndüm ve saygılı bir havayla bekledim, bir yandan da gülümseyerek ona bakmayı sürdürüyordum. Baron şaşakalmış, kaşlarını çatmıştı. Suratı mos mor kesildi. Barones de bana dönmüş, öfkeli bir şaşkınlıkla bakıp duruyordu. Gelip geçenler de bizi izliyorlardı. Hatta kimileri durmuştu. Baron bu kez iki kat daha öfkeli ve iki kat daha cırlak bir sesle,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kumarbaz
General FictionDostoyevski'nin bizzat mücadele ettiği parasızlık ve kumar düşkünlüğünü anlatan Kumarbaz, Dostoyevski'nin gençlik yıllarını, dramatik aşk ve kumar tutkusunu en yalın hali ile kaleme aldığı yapıtlarından biridir. İlk büyük romanı olan ve büyük bir ki...