XII. BÖLÜM

197 16 0
                                    


Büyükanne oldukça belirgin bir öfke içindeydi; belli ki ruleti kafasına fena hâlde takmıştı. Başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu, bütün düşüncesi ruletti. Örneğin, yolda daha önce sorduğu gibi sorular sormuyordu. Yalnız bir ara yanımızdan hızla geçen şatafatlı bir arabayı görünce elini sallayarak,

"Bu da ne? Kimin arabası bu?" diye sordu.

Ama görünüşe bakılırsa yanıtımı işitmemişti bile. Dalgınlığından sıyrılırken durmadan sabırsızca ve sertçe el kol hareketleri yapıyordu. İstasyona yaklaştığımız sırada Baron ile Barones Wurmerhelm'i gösterdim; onlara doğru dalgın dalgın baktı ve ilgisiz bir tavırla,

– Hımmm! dedi; sonra arkamızdan gelmekte olan Potapiç'le Marfa'ya dönerek çıkıştı: Ne diye takıldınız ardıma? Her seferinde sizi yanıma alacak hâlim yok ya canım! Hadi bakalım, doğru eve!

Marfa ile Potapiç geri dönüp hızla uzaklaşırlarken bana dönerek,

– Sen yetersin bana, diye ekledi.

İstasyonda büyükanneyi bekliyorlardı. Hemen başına üşüştüler, krupiyenin yanındaki aynı yere oturttular. Her zaman ağırbaşlı ve resmî pozlara bürünen krupiyeler kasanın kazanmasını ya da kaybetmesini umursamayan sıradan görevlilermiş gibi görünürler. Ama aslında kasanın zarara girmesini istemezler. Öyle sanıyorum ki, kumarbazları oyuna çekmek ve işletmenin çıkarlarını gözetmek için iyi bir uyarı almışlardı. Bunun karşılığında ise birtakım primler ve ikramiyeler alırlar. Büyükanneye yolunacak bir kaz gözüyle baktıkları kesindi. Gerçekten de sonradan öyle şeyler oldu ki, bizimkilerin korktukları başlarına geldi.

Bakın bu iş nasıl oldu:

Büyükanne masaya oturur oturmaz hemen zéroya saldırdı ve on iki Frederik altını birden koymamı emretti. Bir kez, iki kez, üç kez koyduk... Ama zéro gelmedi.

Büyükanne sabırsızlıkla beni dürterek:

"Sür, sür!" diyordu.

Ve ben de dediğini yapıyordum.

En sonunda, hırsından dişlerini gıcırdatarak,

Bu yitirdiğimiz kaçıncı el oluyor? diye sordu.

– Bu on ikinci oluyor, büyükanne, Yüz kırk dört Frederik altını kaybettik. Size söylemiştim büyükanne, belki de bu akşam hiç çıkmaz...

Büyükanne,

– Kes sesini! diye lâfı ağzıma tıkadı. Zéroya oynamana bak sen. Şu bin guldeni de al, kırmızıya koy.

Kırmızı kazandı ama zéro yine çıkmamıştı; neyse ki bin guldeni kaptırmamıştık.

Büyükanne,

– Gördün mü, gördün mü! diye fısıldadı. Kaybettiğimizin çoğunu kurtardık işte. Yine zéroya oyna, on el daha oynardıktan sonra bırakırız.

Ancak büyükanne daha beşinci elde sıkılıverdi:

– Yerin dibine batsın şu uğursuz zéro! Al şu dört bin guldeni kırmızının üstüne koy.

– Büyükanne! Bu kadarı çok fazla, ya kırmızı gelmezse ne olacak? diye yalvardım ama dinleyen kim, büyükanne neredeyse pataklayacaktı beni. -zırt pırt dürtmesi, itip kakması dövmekten farksızdı aslında- Elimden bir şey gelmezdi. Çaresiz, az önce kazandığımız dört bin guldeni kırmızının üstüne koydum. Tekerlek döndü. Büyükanne kazanacağından kesinlikle emin ve kurumlu bir havayla, serinkanlılıkla oturuyordu koltuğunda.

Krupiye,

"Zéro!" diye bağırdı.

Büyükanne önce anlamadı ama krupiyenin masanın üzerindeki paralarla birlikte dört bin guldeni de kürekle çekip aldığını görünce aklı başına geldi; uzun zamandır çıkmayan, iki yüz Frederik altını yitirmemize yol açan zéronun, tam da ondan yüz çevirdiğimiz bir sırada inadına yaparcasına çıktığını anlayınca elini kolunu sallayarak çığlığı bastı; salonda görmeyen kalmamıştı bu durumu. Çevresindekiler gülüşmeye başladı.

KumarbazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin