Yaklaşık yirmi aydır notlarıma bakmamışım; şimdiyse yalnızca zaman öldürmek, dertlerimden bir nebze olsun sıyrılmak için alıp okudum. Hamburg'a giderken notlarımı yazmayı bırakmıştım. Tanrım!.. O son satırları ne kadar da büyük bir huzurla yazmışım! Mutlulukla değilse dahi, nasıl da iyimserlikle, nasıl da sarsılmaz ümitlerle yazmışım! Kendimle ilgili hiçbir şüphem var mıydı acaba? Aradan geçen yirmi aydan fazla bir zamanın ardından bir dilenciden bile daha kötü bir duruma düştüm! Ne dilencisi?.. Dilencilik olsa yine iyi! Düpedüz mahvettim kendimi! Bu durumda kıyaslama yapmanın hiç gereği yok. Ahlâk kurallarına da aldırdığım yok zaten. Böyle durumlarda ahlâkî dersler çıkarmaktan daha saçma bir şey olamaz! Ah şu kendini beğenmiş insanlar!.. Bir söze başlamaya görsünler, büyük havalarda nasıl da her fırsatta bolca nasihatler eder, nasıl da atıp tutarlar! Eğer durumun tüm kötülüğüyle kafama nasıl dank ettiğini bir bilseler, bilgiçlik taslamaya, bana akıl vermeye kalkışmazlardı. Hem benim bilmediğim hangi yeni şeyi söyleyebilirler ki? Sorun bu değil!.. Bütün sorun şu aslında: Rulet tekerleğinin bir dönüşü her şeyi bir anda değiştirebilir, o zaman yılışarak beni kutlamaya ilk gelenler yine bu ahlâkçılardan başkaları olmaz! Bundan hiç kuşku duymuyorum. O zaman, şimdi yaptıkları gibi sırtlarını çevirmezler bana. Ama hepsinin canı cehenneme! Şimdi ben neyim? Koca bir hiç! Yarın ne olabilirim? Dirilip yeniden yaşamaya başlayabilirim! Tümüyle perişan olup gitmeden, içimdeki insanı bulabilirim!
Gerçekten de Hamburg'a gitmiştim, ama... Daha sonra yine Roulettenburg'a ve Spa'ya, hatta Baden'e bile gittim; Baden'e o namussuzun, Danışman Hintze'nin uşağı olarak gittim. Evet, tam beş ay uşaklık yaptım. Hapisten çıktıktan sonraydı -Roulettenburg'da bir borç yüzünden girmiştim hapse. Bu borcumu benim bilmediğim biri ödedi de öyle kurtuldum. Acaba kimdi? Mr. Astley mi?.. Yoksa Polina mı? Bilmiyorum ama iki yüz thaler tutarındaki borcum ödendi ve böylece serbest bırakıldım. Nereye gidebilirdim? O zaman tutup bu Hintze'ye gittim. Aklı havada, genç biriydi; çalışmaktan hoşlanmazdı. Bense üç dilde konuşup yazabiliyordum. İşin başında otuz gulden aylık alan bir sekreterdim ama zamanla gerçekten uşağı olup çıktım. Bir sekreter tutacak parası olmadığı için aylığımı azaltmıştı; benimse gidecek yerim yoktu. İster istemez yanında kalmayı sürdürdüm, uşaklığa katlandım. Onun hizmetindeyken yeterince yiyip içmiyordum, dişimden tırnağımdan artırarak beş ayda yetmiş gulden biriktirdim. Bir akşam Baden'de ayrılmak istediğimi bildirdim. Hemen o akşam rulet masasına oturdum. Ah, yüreğim nasıl da çarpıyordu! Hayır, paraya umursadığım falan yoktu benim! Bütün istediğim, tüm o Hintzelerin, tüm otel hizmetçilerinin ve tüm o güzelim Badenli kadınların ertesi gün benden söz etmeleriydi; öyküm dilden dile dolansın, herkes benden söz etsin, hayranlıkla bu yeni zafer karşısında eğilsin istiyordum. Gerçi bütün bunlar çocuksu düşler, çocuksu özlemlerdi ama... Kim bilir, belki Polina'ya da rastlardım ve ona her şeyi anlatırdım. O zaman talihin bütün o saçma cilvelerinin üstünde olduğumu görürdü... Ah, hiç de paraya umursadığım yoktu. Yemin ederim ki, kazanacak olsam altından girip üstünden çıksın diye yine bir Blanche'a verir, on altı bin franklık atların çektiği bir arabayla yine Paris'te üç hafta eğlencenin dibine vurarak yaşardım. Cimri olmadığımdan kesinlikle emindim; bilâkis, eli açık biri olduğum kanısındayım. Ama yine de krupiyenin, "Trente et un, rouge, impair et passe!" ya da, "Quatre noir, pair et manque!" diye bağırdığını işittikçe yüreğim yerinden oynuyordu. Masanın üstüne yayılmış Lui altınlarına, Frederik altınlarına, thalerlere, krupiyenin küreğiyle çekilirken alev alev parlayan çil çil altın yığınlarına, tekerleğin çevresine dizili iki ayak uzunluğundaki gümüş yığınlara tutkulu gözlerle bakıyordum. Daha asıl kumar salonuna bile gelmeden, ta iki oda öteden paraların şıngırdadığını işitince içim gidiyordu.
Ah, yetmiş guldenimi alıp da kumar salonuna gittiğim o akşam nasıl da mükemmeldi benim için! Yine daha önceki gibi on guldeni passe'a koyarak başladım oyuna. Passe'ın uğuruna inanmıştım bir kere. Kaybettim. Gümüş olarak altmış guldenim kalmıştı; bir an düşündüm ve zeroda karar aldım. Zero üzerine her elde beş gulden koymaya başladım; üçüncü elde zero geldi; yüz yetmiş beş guldeni aldığım zaman neredeyse zevkten ölecektim; yüz bin gulden kazandığım zaman bile böylesine mutlu olmamıştım. Kırmızıya yüz gulden koydum... Kazandım. Yine kırmızıya iki yüz gulden birden sürdüm... Ve yine kazandım. Siyaha dört yüz koydum... Kazandım. Sekiz yüzün tümünü manque'ya koydum... Yine kazanmıştım. Daha öncekilerle birlikte toplam bin yedi yüz guldenim vardı ve bunlar beş dakikadan daha kısa bir zamanda oluvermişti! Evet, böyle anlarda hayattaki tüm başarısızlıklarını insan bir anda unutuveriyor. Düpedüz yaşamımdan daha da fazlasını ortaya koyarak elde etmiştim bunu; tehlikeyi göze almıştım. Ve şimdi yine insan statüsüne çıkmıştım işte!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kumarbaz
Genel KurguDostoyevski'nin bizzat mücadele ettiği parasızlık ve kumar düşkünlüğünü anlatan Kumarbaz, Dostoyevski'nin gençlik yıllarını, dramatik aşk ve kumar tutkusunu en yalın hali ile kaleme aldığı yapıtlarından biridir. İlk büyük romanı olan ve büyük bir ki...