İki yanı kestane ağaçlarıyla çevrili gezinti yolunda, benim İngiliz'le karşılaştım.
– Ooo! dedi beni görür görmez. Ben sizi görmeye gelirken siz de bana geliyorsunuz. Dostlarınızdan ayrıldınız demek, öyle mi?
Şaşırmıştım,
– Önce siz söyler misiniz, olup bitenleri nerden öğrendiniz? diye sordum. Yoksa herkes öğrendi mi?
– Hayır, herkes değil, herkesin öğrenmesini gerektirecek kadar önemli bir şey yok ki zaten. Kimsenin söz ettiği falan yok.
– Öyleyse siz nereden biliyorsunuz?
– Biliyorum işte, yani rastlantı sonucu. Şimdi buradan nereye gideceksiniz? Sizi severim, gidip bir göreyim demiştim de...
– Çok iyisiniz, Mr. Astley, dedim. -Doğrusu ya pek şaşırmıştım; öyle ya, bunu nereden öğrenmişti acaba?- Ben henüz kahve içmedim, sanırım siz de içmemişsinizdir. İsterseniz istasyondaki kahveye gidelim, oturur birer sigara tüttürürüz, bu arada her şeyi anlatırım size... Eee, siz de bana tabi.
Kahve az ilerideydi. Bir köşeye oturduk, kahvelerimizi getirdiler, ben bir sigara yaktım. Mr. Astley içmek istemedi, gözlerini bana dikmişti, anlatacaklarımı dinlemeye hazırlanıyordu.
– Bir yere gidecek değilim, burada kalacağım, diye konuşmaya başladım.
Mr. Astley,
– Burada kalacağınızdan emindim, diye onayladı.
Mr. Astley'e giderken Polina'ya olan aşkımdan söz etmek niyetinde değildim. Hatta bu konudan özellikle kaçınmayı düşünüyordum. Son günlerde bu konuda ona tek bir sözcük bile etmemiştim. Hem pek de sıkılgan biriydi zaten. Polina'nın onu çok etkilediğini daha ilk günden anlamıştım ama kızın adını ağzına bile almıyordu. Tuhaf şeydi doğrusu. Öyle karşılıklı oturup da Mr. Astley o gri gözlerle bana ısrarla bakmaya başlayınca, nedense her şeyi anlatmak, yani aşkımı bütün ayrıntılarıyla bir bir anlatma isteği duydum birdenbire. Tam yarım saat boyunca konuştukça konuştum, içimi dökmek bana iyi gelmişti. Bu konuyu birisine ilk kez açmaktan zevk duyuyordum! Kimi zaman en önemli yerlerde
Mr. Astley'in utangaç bir tavır takındığını görünce daha da ateşli anlatmaya başladım. Sonraları pişmanlık duyacağım bir tek şey vardı: Şu Fransız'ı biraz fazla dilime dolamıştım belki...
Mr. Astley ise oturduğu yerde kımıldamadan, tek lâf etmeden, hiç ses çıkarmadan gözlerini dikmiş beni dinliyordu. Ne var ki, söz döndü dolaştı, Fransız'a geldi. Birdenbire atılıp beni susturdu, böylesine bir konuyla bu kadar ilgilenmeye hakkım olup olmadığını sordu. Mr. Astley hep böyle garip sorular sorardı zaten.
– Haklısınız, diye yanıt verdim, korkarım ki buna hakkım yok.
– Markıyle Bayan Polina üzerine tahminden öteye, daha kesin bir bilginiz var mı?
Onun gibi sıkılgan biri nasıl olur da böyle net bir soru sorardı, şaşırmıştım doğrusu.
– Hayır, kesin bir şey söyleyemem, diye karşılık verdim. Elbette söyleyemem.
– Öyleyse çok yanlış bir iş yapıyorsunuz... Bana bundan söz etmek şöyle dursun, böyle bir şeyi düşünmekle bile yanılgıya düşüyorsunuz.
Şaşakalmıştım,
– Peki peki, dediğiniz gibi olsun. Kabul!.. Ama asıl sorun bu değil şimdi.
Bunun üzerine, dünkü öyküyü tüm ayrıntılarıyla anlattım. Polina'nın kaprisini, Baron'la olan serüvenimi, işten çıkarılmamı, General'in akıl almaz korkaklığını, son olarak da de Grieux'nün bu sabahki ziyaretini anlattım. Pusulayı çıkarıp gösterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kumarbaz
General FictionDostoyevski'nin bizzat mücadele ettiği parasızlık ve kumar düşkünlüğünü anlatan Kumarbaz, Dostoyevski'nin gençlik yıllarını, dramatik aşk ve kumar tutkusunu en yalın hali ile kaleme aldığı yapıtlarından biridir. İlk büyük romanı olan ve büyük bir ki...