X. BÖLÜM

229 17 7
                                    


Kaplıcalarda sanırım bütün Avrupa'da böyledir; otel müdürleri ve başgarsonları müşterilerine daire verirlerken onların zevk ve isteklerine göre değil de kendi kişisel zevklerine göre davranırlar; çoğu zaman da yanılmazlar. Ancak, büyükanneye son derece lüks bir daire vermekle bu kez işi iyice abartmış oldular: Alabildiğine güzel döşenmiş dört oda, bir banyo, uşaklar ve oda hizmetçisi için ayrı odalar... Gerçekten de bu dairede bir hafta önce bir grande duchesse kalmıştı; kuşkusuz bu durum dairenin değerini daha da artırabilmek için yeni müşteriye özellikle anlatılıyordu. Büyükanneyi taşıyarak, zaman zaman da iterek bütün odalara götürdüler; büyükanne ortalığı büyük bir dikkatle inceledi. Dairenin gezilişi sırasında, orta yaşlı dazlak kafalı Müdür, büyükanneye eşlik ediyordu.

Büyükanneye ne gözle bakıyorlardı, bilmiyorum. Ama çok önemli, kibar ve son derece zengin biri sandıkları kesindi. Kayıt defterine şöyle yazdılar: Madame la générale princesse de Taraseviç. Oysa büyükannenin prenseslikle hiçbir zaman bir ilgisi olmamıştı. Uşaklar, özel vagon, bir yığın gereksiz bavul, çantalar, hatta sandıklar onu bir anda saygın biri yapıp çıkmıştı; koltuğu, sert havası ve tavırları, damdan düşercesine sorulan ve karşı çıkılamayan tuhaf soruları, kısacası dik, hırçın, buyurgan tavırları büyükannenin çevresindeki saygıyı daha da pekiştirmişti. Büyükanne odaları dolaşırken birden koltuğu durduruyor, eşyalardan birini göstererek Müdür'ü terleten sorular soruyordu. Müdür de saygılı bir gülümseyişle çekinerek açıklamalarda bulunmaya başlıyordu. Büyükanne bu soruları Fransızca soruyordu. Ama Fransızca'yı çok az konuştuğu için söylediklerini çoğu zaman ben çeviriyordum. Müdürün verdiği yanıtlara dudak büküyor, tatmin edici bulmuyordu. Aslında, sordukları da akla hayale ya da ipe sapa gelir cinsten sorular değildi ya. Örneğin, mitolojik bir konunun işlendiği çok ünlü bir özgün tablonun hayli silik bir kopyası önünde birdenbire durarak: "Kimin bu portre?"diye sordu.

Müdür bunun büyük bir olasılıkla bir kontesin portresi olabileceğini söyledi.

"Nasıl olur da bilmezsin? Burada yaşıyorsun ve hâlâ bilmiyorsun! Niçin buraya asılmış? Hem gözleri ne diye öyle şaşı?"

Müdür bu sorulara doğru dürüst karşılıklar veremeyince kızarıp bozardı.

Büyükanne, Rusça olarak,

"Amma da dangalak şey!" dedi.

Koltuğu kaldırıp taşımaya başladılar yine. Aynı olay porselen bir Drezden heykelciği önünde bir kez daha yaşandı. Büyükanne uzun süre bu heykelciği inceledikten sonra, aklına nerden geldi bilmem, heykelciği alıp dışarı atmaları emrini verdi. Sonunda, yatak odasındaki halıların fiyatını ve nerede dokunduklarını öğrenmek istedi. Müdür bu konuda bilgi edineceğine dair söz verdi.

Büyükanne, "Vay eşekler vay!" dedi, sonra karyolaya dikkatli dikkatli baktı: "Ne kadar da cicili bicili bir örtüsü var! Açın şu yatağı hele."

Dediğini yaptılar.

"Daha, daha, hepsini açın. Yastıkları alın, yastık kılıflarını çıkarın, şu kuştüyü döşeği de kaldırın."

Tüm yatağın altını üstüne getirdiler. Büyükanne titizlikle inceledi.

"İyi ki tahtakurusu falan yok. Bütün yatak takımını alıp götürün! Yerine benim çarşaflarımı, yastıklarımı koyun. Bütün bunlar çok lüks; benim gibi yaşını başını almış bir kadın böylesine şatafatlı bir daireyi ne yapsın? Tek başına sıkıntıdan insan patlar ayol!"

– Aleksi İvanoviç, çocukların derslerinden fırsat buldukça çıkıp sık sık gel yanıma.

– Dünden beri General'in hizmetinde değilim, diye yanıt verdim. Otelde kendi hesabıma kalıyorum.

KumarbazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin