4: Ön yargıların esiri olmak.
•••
Aşık olmadan aşk şarkıları dinlemek kolaydı. Ölmeden ölüyorum demek de aynı şekilde kolay gelirdi insana. Yaşamadığın her acı insanın gözünde küçülür de kaybolurdu. Uzaktan izlediğimiz hayatlar bize her zaman en kolayı gibi görünürdü. Mustafa'nın hayatını uzaktan izeleyenlere göründüğü gibi. Diğer herkese göre Mustafa şehirde okuyup yaşadığı için onlara tepeden bakan burnu havada bir taşralıdan daha fazlası değildi, olamazdı. Mustafa bunu anladığında kendini diğer herkesten daha da soyutlayıp onların düşüncelerine odun atmıştı. Gerçek bu değildi elbet ancak Mustafa'nın bunu anlatacak ne hali vardı ne zamanı.
"İşsizdim biliyordun, çaresizdim biliyordun, yine de çok seviyordun." Eski radyonun cızırtılı sesinden boşluğa yayılan melodi Mustafa'nın hisleri üzerinde herhangi bir etki yaratmıyordu. Bugüne kadar ne aşık olmuştu ne de aşk acısı çekmişti. Bundandır dinlediği hiçbir aşk şarkısı onu derin düşüncelere sürüklemiyor yalnızca kulağını süsleyen melodiye usulca eşlik etmesine sebep oluyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
"Ferhat'ın en sevdiği türkü." Arkasından yükselen kısık ses ise bu acı türkünün içinde uyandırmadığı tüm duyguları kalbine çöreklemişti. Mustafa artık biliyordu ki bu şarkıyı bir daha bu hissizlikle dinleyemezdi. Bu melodiyi her duyduğunda gözünün önünde abisi canlanacaktı. Her dinleyen sevdiği için ağlayacaktı belki oysa Mustafa abisi için dökecekti gözyaşlarını.
Oysa iki gencin de bilmediği bir şey vardı ki en sevdiği türkü sayılmazdı bu Ferhat'ın. Severdi sevmesine ancak Seher'in gözlerine seyredalıp da kalbini sözcüklerinin pusulası konumuna getirdiğinde bu türkü dolanırdı diline. Teşekkür etmesini bilmezdi Ferhat ancak en acı günlerinde onu sarıp sarmalayan, hiçbir zaman sırtını dönmeyen biricik sevgilisine bu şekilde ederdi teşekkürünü. Bu denli ince düşünmeye gerek duymayan Seher ise en sevdiği türkü olarak adlandırmıştı bu türküyü.
Ardına dönüp de karşısında gördüğü suret yüzünde oluşan buruk gülümseme kadar eksik bakıyordu genç oğlana.
Seher bir zamanlar Ferhat'ın sevgilisiydi. Belki tüm bunlar yaşanmasaydı eşi olarak anılacaktı Mustafa tarafından ancak bazı şeyler nasip olmuyordu ya, artık bunları düşünmek gereksiz detaylardan ibaretti.
"Hoşgeldin abla." diye selamladı karşısındaki kadını. Seher Ferhat ile aynı sene doğmuştu, 31 yaşındaydı. Genç kadın sevgilisini kaybettiğinden bu yana gönlünü aşka kapatmıştı. Mustafa bu duyguları anlıyordu ancak herkes bir gün bu düzenin yıkılacağını biliyordu. Yıkılmıştı da. Daha fazla bu kapana kısılmaya tahammül edemeyen Seher, kendisiyle evlenmek isteyen bir adama olur vermişti. Yurt dışında yaşayan adam ona iyi bir eş olacaktı, rahat bir hayat süreceklerdi ve Seher orada kendini geliştirip zamanında yapmak isteyip de yapamadığı şeyleri gerçekleştirecekti. Mustafa da Seher gibi biliyordu. Bu genç kadın için en doğru seçenekti. Aşktan ziyade mantık olmalıydı yolu. Onu seveni o da severdi elbet.
"Hoş buldum, Mustafa. Kolay gelsin."
Bir süre sessizce dikildiler güneşin kavurduğu bahçenin ortasında. Aslında abisinden sonra aralarında sıkı bir bağ oluşmuş, birbirini sevip sayan iki gençti. Uzun uzun dertleştikleri günler olmuştu ancak şu an ikisinin de cümlelerine ket vuran şey Seher'in evlilik haberiydi. Genç kadın yanlış bir şey yapmışçasına utanıyor, kendini açıklamak için zaman kolluyordu. Mustafa ise ne diyeceğini bilemiyordu sadece. Asla suçlamıyor aksine hak veriyordu. Ancak kolay değildi işte. Gözlerine her baktığında abisini gördüğü kadının başka biriyle olan izdivaçını kutlamak ağır geliyordu.