9: Ben dağlarda uçan kuştum, kanatlarımdan vuruldum.
•••
Duşta olması gerektiğinden, her zamankinden daha uzun kalmıştı. Öyle ki sıcak suyun bedenini kırmızıya boyadığını, parmak uçlarının kırgınca büzüldüğünü görmek geçen süreyi anımsamasına yeterdi. Düşüncelere boğulan zihni dışında kapının ardında kendisini bekleyen curcuna sürenin uzamasında bir sorun görmüyordu. Dayısı ne zaman ki onunla bir araya gelse canını sıkmadan dönmüyordu yolundan. O yüzden Mustafa beline sardığı havluyla odasına yönelirken bir umut gitmiş olmasına tutunduğu ihtimali duyduğu sesle hiç etmişti.
Ağır ağır giydi kıyafetlerini. Yine de kaçınılmaz olanı yapıp girdiğinde mutfağa masaya oturmuş kendisini bekleyenleri görmüştü. Dayısına selam verip sandalyesini çekip oturdu. Annesinin az sonra önüne dumanı tüten yemeği koyduğunu ancak kokusu burnuna dolunca fark etti. Babasıyla konuşan Halil, dayısı, henüz ilişmedi Mustafa'ya. Bu sürede yemeğiyle ilgilenen Mustafa annesinin kırgın bakışlarını arada bir üzerinde hissediyordu ancak bir şey söylemiyor, özellikle dayısının yanında bu konuları konuşmak istemediği için susuyordu.
"Mustafa, dayın geçen seneki malların parası ne zaman gelir diyor." Babasının gür sesi onu boğulduğu düşünce denizinden ayırdığında üç çift göz üzerineydi. Uzun süredir kendisine yönelik konuşuluyor olmalıydı ki böyle şaşkın bakışlar karşılamıştı onu. Önce babasına bakmış ardından Halil'e çevirmişti gözlerini.
"İki gün içinde ulaşır elime." diye yanıtladı duymadığı soruyu.
"Cemal'e mi vereceksin hepsini?" Dayısının sahte ilgisinden hoşlanmıyordu. Ne adım atacağını, paranın nereden geldiğini, nereye gideceğini detaylarıyla öğrenirdi. Ancak ne bir gün yardımı olmuştu kendilerine ne de lafı sözü bitmişti. Herkesin kendi hayatı vardı, Mustafa bunun farkındaydı. Kimse kimsenin borcunu sırtlanmak zorunda değildi ancak insanın kalbinde işler öyle kestirip atılmıyordu.
Eyleme dönüştürülmese bile uzatılan tek bir yardım eline ihtiyacı vardı. Simsiyah da olsa kurulacak bir teselli cümlesi belki de kurtarırdı onu bu düştüğü çukurdan. Oysa dayısının yaptığı tek şey çukuru aydınlatan güneşi de kapatmaktan daha fazlası değildi.
"Semih'e de vereceğim biraz. Elimde kalırsa krediye de yatırırım diyordum ama kalmaz gibi duruyor." Semih, Ferhat'ın arkadaşıydı. Ona olan borçları kapanmak üzereydi. Hakkı vardı Semih ne bir laf etmişti borç hakkında ne arayıp hesap sormuştu. Verilirse alır verilmezse istemezdi. Kaç yıllık arkadaşının ardından para peşinde koşmayı kendisine yakıştırmıyordu.
İlk zamanlar abisinin yüklü miktarda borç aldığı kişiler Mustafa'yı kavga kıyamet rahatsız ettiği için çareyi kredi çekmekte bulmuşlardı. Bankaya borçlu olmak birkaç ipsiz serseriye borçlu olmaktan çok daha iyiydi.
Üstüne ekleyecek bir Ferhat kalmadığından ortada, çalışa çalışa kapatmışlardı borcun büyük kısmını. Ancak bitmiyordu bir türlü işte. En iyi ihtimal bu yılı devirdiklerinde kapanır diye düşünüyordu Mustafa. Bu umuda tutunuyordu.
"Öldü gitti ama hala dertleri bitmedi itin." Kulağına dolan cümlelerle derin bir nefes almıştı ciğerlerine. Karşıda oturan babasıyla çakışınca bakışları rahatsız duruşunu görmüştü adamın. Babası pasif bir adamdı, en azından dayısı karşısında. Halil özellikle Ferhat'ın ölümü ardından öyle bir sindirmişti ki anne babasını şimdi Mustafa kızıp bağırsa ona gönül koyarlardı.
Hakkı vardı bir yerde dayısının. Ama sindirmek kolay değildi. Ölen dünyanın en kötü insanı olsa dahi ardından söylenen en ufak söz bile yakınlarının içini dağlayabiliyordu işte. Bundandı Mustafa'nın bastırılmış öfkesi. İçinde bir yerlerde o da kızıyordu çünkü Ferhat'a. O da dargındı. Ancak düşüncelerinde bile sitemi yoktu abisine. Yapamazdı, toprağın altına girmiş biriyle kavgaya tutuşamazdı. Oluru olsa dahi Halil bunu yeterince yapıyordu, kendisine sıra gelmezdi.