16| Bırak üstüme gelsin çıplak ateşin, günahkar ruhumu yaksın da geçsin.
•••
Yorucu bir günün hemen ardıydı. Mustafa henüz yeni oturabilmiş, gözlerini yorgunca örtmüştü. İstediği tek şey dinlenebilmekti.
Hasatları toplamış satılmak üzere bir kenara yığmıştı. Bugün tek başına çalışmış, erkenden başlamıştı işe. Hava kararmak üzereydi, günü geçirmişti yine tarlasında.Tam uyuyordu. Bağlantısını koparmıştı dünyayla. İnce ince esen rüzgarın tatlı nefesini hissediyordu yalnızca bir de birkaç hışırtı. Ancak sonra telefon zilinin çirkin sesi yayıldı huzura ve uykusundan sıçrayarak uyandı. Annesi arıyordu. Açmamayı düşündü ancak zaten uyanmıştı.
"Buyur anne?" dedi mahur bir sesle. Hala aklı uykudaydı. Fidesi de kendi gibi uykuya hasret olacak kapatmıştı yapraklarını. Ancak güzellik o ki gün geçtikçe büyüyor serpiliyordu. Mustafa yakın zamanda meyve vereceğine canı gönülden inanıyordu. Hiçbir çaba karşılıksız kalmazdı. Vefalıydı fidesi.
"Mustafa." Münevver Hanım mizaç olarak telaşlı bir kadındı. Ancak şimdi ses tonu normalden daha da telaşlıydı. Nefes nefese konuşmuştu kadın ve birdenbire Mustafa'nın uykusu dağılıvermişti etrafa.
"Hayırdır ne bu telaş?" dedi hızlıca. Bir süre cevap gelmemiş ve bu Mustafa'yı telaşlandırmıştı. Ve hatta telaşla yerinde doğrulurken, "Anne, ne oldu?" diye konuştu.
"Korkma korkma, kötü bir şey yok. Babanın tansiyonu çıktı, bu tarafa gel de bir hastaneye götürelim diye aradım." Telkin edici sözler aksine sesi hala kötü geliyordu.
Mustafa ne ara üzerine bir şeyler attı ne ara evlerinin önüne vardı bilemedi. Yaşar Bey'in yaşındaki birisi için normal olan bu durum Mustafa için hala korkutucuydu. Çünkü onun için babası hala güçlü, kuvvetli bir delikanlı gibiydi. En azından hatıralarında. Öyle kabul etmek daha az acıtıyordu üstelik.
Çok dolu değildi acil. Yapılacak ekstra bir şey de yoktu. Bir dil altı verilip beklemeye alındılar. Annesi yatağın baş ucuna oturmuş soluklanıyordu. Telaşlı bir kadındı. "Daha iyi misin baba?" diye sordu Mustafa. Ev ve hastane arasındaki mesafe boyunca hiç konuşmamıştı adam. Canı sıkkındı, bu berrak bir güneş gibi ortadaydı. Hem de tansiyonunu fırlatacak kadar sıkmıştı canını bir şeylere. Ancak konuşmuyor, anlatmıyordu. Yalnızca babası da değil, annesi de susuyordu. Ki bu eşine az rastlanır bir durumdu.
"İyiyim oğlum, iyiyim. Başım ağrıyor sadece o da geçer inşallah."
Öyle boş boş bekledi bir süre. Etrafa bakındı ancak kimsenin bir şey anlatmaya niyeti yoktu besbelli. "Ben bir bahçeye çıkayım o zaman, seslenirsiniz." diyip ayrıldı en sonunda. Hastanelerden hoşlanmıyordu. Hoş, seveni var mıdır emin değildi.
Bir sigara yaktı, sonra bir tane daha. Düşkünü değildi ancak bazen ihtiyaç duymuyor da değildi. Bir tane daha yakacaktı ancak dayanamadı. Ne olduğunu öğrenmek isteyen yanı güçlüydü, durmuyordu yerinde. Koşar adım girdi geri içeri. Babasının yanına ilerliyordu ki annesinin sesini duydu. Apaçık bağırıyordu Münevver Hanım.
"Ne demek sus Yaşar Bey. 18'e fırlamış tansiyonun. Nereye kadar susayım ben?" Hiddetli kadının ayak seslerini duyuyordu. Sesi yüksekti ancak hala dizgin altında tutmaya çalışıyordu. Mustafa'dan gizlenen bir şeyler vardı ancak neden neydi? "Ferhat'ın zamanında da sus dedin, çocuğun zoruna gitmesin dedin, genç adam dedin ne oldu? Halimize bak! Elinde avucunda çocuk mu kaldı? Paranın derdinde miyim ben sanıyorsun? Batsın yere bağı da bahçesi de parası da! Ben oğlumun dersindeyim oğlumun! Ya o da Ferhat gibi kötüye bulaştıysa? Cemal'e vermediyse parayı neye verdi bu çocuk?"