14| Herkes kendi yüzünün hapsinde, gülüyor başkasının kusuruna,
•••
Bir insanı kötü olarak adlandırmak için ne yapması gerekirdi? Nasıl bir kötülüğün tohumunu ekmeliydi ki şanı yürürdü? Neydi onu diğerlerinden ayıran, onun içindeki kötülük motivasyonunu besleyen?
Kötülük ya da iyilik tanımıyordu Mustafa, yalnızca zaaflar vardı. Onu bir hırs küpüne hapseden de bu zaaflardı limon fidesine bağımlı kılan da. Bu düzlemde tüm duyguları doruk noktada yaşıyordu, alışamıyor ancak tahmin edebiliyordu. Sevgiyi de, bağlılığı da, öfkeyi ve kıskançlığı da. Bu duygular elbet ki önceleri de vardı ancak yeni yeni farkına varmıştı Mustafa, kıskançlığın ağır bir hırs doğurduğunu ilk defa iliklerinde hissetmişti.
Henüz birkaç gün öncesine kadar aralarındaki ilişkiyi müthiş bir hızla geliştirmiş olan iki gencin sessiz başlayan samimiyeti gürültüyle yıkılıyordu. Yetkin bir müphem öfkenin ardına sığınıp bakışlarını dahi esirger iken Mustafa'dan kendisi de bir çift güzel muhabbete mahrum bırakılmıştı. Yine de Mustafa kendi boşluğunu dolduran birinin varlığını biliyor ve hatta rahatsızlık duyuyordu.
Ebru vardı yine. Hep vardı. Olması gerekenden daha fazla. O an için her şey aşırıydı zaten Mustafa için. Kanında kaynayan sinir, hissettiği kıskançlık ve geri kalan her şey. Kendisi konuşamıyordu, yanına gidip selam vermek şöyle dursun gözlerine dahi bakamıyordu. Bunun tek sebebi kendisi değildi elbet, aralarına görünmez seti çeken Yetkin idi. Oysa kendisine bu denli uzak duran genç adam Ebru'ya karşı oldukça nazikti.
Gözlerine bile bakamadığı adamın koluna dolanan eller de kendisine ait değildi. Onun düşünmekten sakındığı bu hamleyi genç kız oldukça olağan bir şeymiş gibi yapmıştı oysa. Dişlerini sıkarken Mustafa artık sorgulamıyor, düşünmüyordu. Ardını dönüp de bakmamayı yeğledi.
Gözleri bu defa sulama kanalından karşı tarafa uzanan hortuma takıldı. Kenar köşeye diktikleri salatalıkların üzerine yayılmış olan hortum yeşil yaprakları ezmiş görünüyordu. Geçen haftalarda işçilerden birisi su ihtiyaçlarını karşılamak için onların bahçelerinde bulunan kendilerine ait kanalı kullanmak için izin istediğinde sorun olmayacağını söylemişti. Ancak şu an da bu onu oldukça rahatsız etmiş, öfkeyle tekrar odağını karşıya yöneltmişti.
İsmini dahi bilmediği, suçsuz olduğuna emin olduğu bir işçiyle tartışmaya girmesi pek de uzun bir süreyi kapsamıyordu. Yaptığı doğru değildi, buna şüphe yoktu ancak insanoğlu bu ya mantığını kullanmayı unutabiliyordu.
"Abi sen kendin söylemedin mi Allah aşkına kullanın diye? Kendin çekmedin mi hortumu karşı tarafa? Biz nereden bilelim ekinlerini ezdiğini?" Sıkıntıyla iç çekti. Göğsü öyle daraldı, öyle sıkıldı ki bu yüreğine dolan bu oksijenle tekrar tekrar nefeslendi. "Benim lafım sana değil kardeşim, alınma üzerine. Denetleyiciniz, başınız kimse ona söylüyorum." demişti daha sonra gözleri tekrar karşıyı bulurken. Sesi makuldü. Yüksek dozda kâta değildi. Ancak gözlerinden çıkan ateşten midir bilinmez diğer herkesin de gözü ondaydı.
"Tamam Hasan, işine dön sen kardeşim. Arkadaşın derdi benimle." Yetkin'in ise sesi son derece yüksek, yürüyüşü seriydi. Mustafa irkildi, geri adım attı ve tekrar toparlandı ancak kalbinin gürültüsü müthiş derecede yükseldi. Tepkileri o derecede hızlı gerçekleşiyordu ki tüm bu sırada beliren kendinden iğrenme dürtüsünün baş gösterdiğini bile fark edemedi.
"Buyur Mustafa, nedir sorun?" Sözler yumuşaktı öyle olmasına lakin Yetkin öyle değildi. Patlamaya hazır bir bomba gibi dikilmiş karşısına bir sebep arıyordu. Kavga için. Şiddete başvurmak için. Mustafa daha önce defalarca bakmıştı bu mesafeden genç adamın yüzüne. Dün, birkaç hafta önce, yıllar önce defalarca. Fakat hiç böylesi öfkeli göründüğünü hatırlamıyordu. O an aklına dank eden şey, bu öfkenin kendi eseri olduğuydu.