19|Bir görünüp bir kaybolup beni düşürdün derde,
•••
Cenazenin ikinci günüydü. Mustafa ailesiyle beraber öğleden sonra gelmiş, biraz oturup geri dönüş yoluna düşmüşlerdi. Yasin önce Münevver hanımla Yaşar beyi evine bırakacak sonra da Mustafa'yı bağ evine götürecekti. Arabasızlık zordu lakin Yasin vardı. Var olsundu.
"Birgül ile oturduk bugün. Dertleştik baya." diyordu annesi. Birgül Yetkin'in annesiydi. İyi kadındı, aslında Mustafa pek bilmezdi onu. En fazla selamlaşırdı. "Yetkin'i nişanlayacağız diyor."
Mustafa duyduğu sözlerle yerinde donakalırken arkada oturan annesine dönmüştü dehşetle. Duyduğu şeyi anlamlandıramamıştı.
"Ne?" demişti Yasin. "Ne nişanlanması?"
"Ne bileyim, Ebru'yla görüşüyorlar. Yakında nişanlarız diyor." Mustafa birkaç defa yutkunmaya çalıştı ki bu çok zordu. Nefes bile alamıyordu o an. Kendisinden mi kaçıyordu, neydi bu acele? Olayları kafasında çok büyütmek istemiyordu ama daha birkaç hafta önce deli gibi öptüğü kişi değil miydi Yetkin? Onu öperken de hayatında mıydı Ebru?
Başı dönüyordu, gözlerini kıstı ağrısını dindirmek için. Canı sigara içmek istemişti, ailesinin yanında içmezdi pek ama paketini çıkarıp camı açtı usulca. Serin hava yüzüne çarparken kendine gelmeyi umuyordu. Sigarasını yakarken sessizdi. Sadece, "Hayırlı olsun, ne diyeyim." dedi.
İki sigara üst üste içti. Annesinin söylenmelerini bile duymuyordu. İlçeye girmeden görünen köy yoluyla, "Beni şöyle indir de ben biraz yürüyeyim Yasin," dedi. "Bunaldım arabada."
"Saçmalama oğlum, tarlaya kadar bırakacağım seni." demişti Yasin. Ancak oralı olmadı. Israrla arabayı durdurdu. "Sende bir haller var ama, hadi hayırlısı." diyordu Yasin.
"Sağolasın kardeşim, yoruyoruz seni de." dedi Mustafa arabadan inerken.
"Estağfirullah oğlum olur mu öyle şey. Uğrarım yanına." Anne babasına da veda edip hızla uzaklaştı arabadan. Sığamıyordu ki bir yere.
Birden gülme tuttu. Resmen eski Türk dizilerine dönmüştü hayatı. Önce imkansız bir aşka tutulmuştu şimdi de sevdiği bir başkasıyla nişanlanıyordu. Kabus gibiydi tüm yaşananlar. Usul usul yürümeye devam etti. Normalde yarım saat süren yolu bir saatte ancak bitirdi. Sığınağına vardığında içeri geçip oturmak yerine bahçeye indi. Limon fidesini suladı önce, fide de denemezdi artık. Büyümüştü baya. Sonra otlarını yoldu çıplak eliyle. İşini bitirdi ama kalkmadı yerinden. Olanlar ağrına gidiyordu artık. Yanlış bir hamle yapmıştı, farkındaydı bunun. Ama bu boku tek başına yememişti ki. Yetkin de öpmüştü onu, o da istemişti biliyordu bunu. Bir anlık gözü dönmüşlükle kim öperdi bir erkeği? Hele ki böyle muhafazakar yerlerde.
Bir şarkı mırıldandı usulca. Diline dolanıp duruyordu. "Bir görünüp bir kaybolup beni düşürdün derde," diyordu şarkıda. Mustafa da söylüyordu onunla beraber. "Bakışların gözlerime bilmem yüreğin nerede? Anladığım duyduğuma göre sevdiğin varmış, haritalardan bildiğim o şehirde bir yerde."
Kaçıp gitmeyi düşündü. Belki de ilk defa ciddi ciddi düşündü. Artık onun da hayatına bakması gerekirdi. Borcunun büyük bir kısmını kapatmıştı. Ne bağlıyordu ki artık onu buraya? Anne babası mı? Onlar da bakardı yoluna, yıllar boyu ayrı yaşamışlardı zaten.
Gidemezdi, biliyordu. Bu yarım kalmışlıkla hiçbir yere sığamazdı.
Eli telefonuna gitti birkaç defa. Arayıp hesap sormayı düşündü. Sonra güldü kendi haline. Ağlanacak haline güldü. Neyin hesabımı soracaktı? Ne diyecekti? Neden benim yerime o kıza gittin diyemezdi ya, yapışamazdı yakasına.
Sonra yoldan gelen araba sesi ilişti kulağına ama oralı olmadı. Fakat demir kapının açılma sesiyle oturduğu topraktan kalkmıştı. Yasin gelmiştir diye düşünerek düz alana çıkarken karşısında gördüğü yüz ile bir iki saniye duraksadı. Yetkin gelmezdi ki buraya, gelmiyordu yani. Uzun süredir. Ancak ayık haliyle rüya görmüyorsa adam tam da karşısındaydı. Yüzüne bakmıyordu ama koltuğunun önünde durmuş bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu.
Hızlı adımlarla yanına yaklaştı Mustafa. "Hoş geldin." dedi. Ortamdaki hava öylesi garipti ki başka ne der bilemiyordu. Usulca başını salladı Yetkin. Hala yüzüne bakmıyordu.
"Otursana." dedi en sonunda. Hava kararmıştı, saat on bire geliyor olmalıydı. Mustafa saatlerdir boş boş oturuyordu demek ki.
"Yok, ben sana bir şey vermeye geldim. Vereyim gideceğim." Cebinden çıkardığı araba anahtarını Mustafa'ya uzattı sonra.
"Bu ne?" dedi Mustafa anahtara garip garip bakarken.
"Borcu kapatmak için arabanı satmışsın ." dedi Yetkin havadaki elini indirirken. "Arabanı sevdiğini bilirim, hiç yoksa işini görüyordu."
"Yani Yetkin? Borç kapandı işte. Araba alınır yine, sıkıntı değil." Biraz da sitemle konuştu. Kırgındı Yetkin'e.
"Babama olan borcunu kapandı bil. Kapandı zaten. İçin rahat etmiyorsa bana ödersin aradaki farkı ama al şu anahtarı. Arabasız orada burada rezil olursun." Hala yüzüne bakmayan adamla kısık bir gülme sesi çıktı ağzından. Yetkin'in gözleri yüzüne çıkarken büyümüş gözleriyle sûretini inceledi. Zamanında demişti ya Yetkin, yaptığın bu babayani kahramanlığın bana ne hissettireceğini hiç düşündün mü diye. Peki kendisi hiç düşünmüş müydü, yaşanan onca şey ardından Mustafa'nın ne hissedeceğini.
"Bu tarz ucuz kahramanlıklar tam da senin işin değil mi? Gelirsin böyle yanıma, canın istediğinde ama sonra kayboluverirsin ortadan. Mustafa ondan sonra ne yapar ne eder umursamazsın bile." Sinirle konuşuyor ve hatta bağırıyordu. Öfkeliydi. Hiç konuşmayışlarına, Yetkin'in onun yüzüne bakmayışına. "Ulan sen kaç haftadır vebalı gibi kaçıyorsun benden? O günden be-"
"O günü karıştırma, ne alakası var onunla bunun?" Sinirle böldü lafını diğerinin. Şimdi onun da başı dikleşmiş gözleri sinirle kızarmıştı. Dilinin ucuna çok şey geldi Mustafa'nın. Çok şey söylemek istedi, hesap sormak. Ama sustu sonra, dinginleşti. Öfkesi yerini kırgınlığa bıraktı.
"Ne istiyorsun Yetkin? Bu anahtarı alıp oturayım mı yerime? Hiçbir şey olmamış gibi, kabul mu edeyim?"
"Oğlum ben sana bunu hediye vermiyorum ki, kendi malın. Sadece bana yakışmaz bu şekilde para almak. Elinde ne var ne yoksa alıp köşeye çekilemem öyle. Seninle alakalı bir durum yok yani."
"Olmaz Yetkin, ben de bunu kabul edemem."
Derin bir nefes aldı Yetkin. Ardından elindeki anahtarı koltuğun üzerine bıraktı. "Uzatmaya gerek yok, borcun neyse ödersin bana yavaş yavaş. Hiç kimsenin mağdur olmayacağı şekilde." Bir şey söylemedi Mustafa. Kabul etmeyeceğinin farkına vardı. Sessiz kaldı. "Sizin evin önüne bıraktım arabayı. Alırsın." Ardından ardını dönüp gitmeye yeltendi.
Kapıdan çıkıp arabasına yöneldiğinde Mustafa duramadı yerinde. Koşar adım yola çıkıp dikildi karşısına. Yetkin dönüp de kendisine bakınca susmadı daha fazla. Dakikalardır ağzının içinde dönüp duran o soruyu sordu.
"Nişanlanıyor musun gerçekten o kızla?" dedi. İçini kemirip duran şey çıkmıştı en sonunda dışarı. Yetkin yutkunup gözlerine dikti bakışlarını. Yüzü kasılıp gevşedi. "Böyle bir adam mısın sen Yetkin?"
Öylece baktı gözlerine. Ses etmedi. Evet ya da hayır demedi. Sustu.
"Yat dinlen Mustafa. Ölü gibisin." Ardından arabasına binip gitti.
•••
Günün ikinci bölümü. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı esirgemeyin.