Bazı geceler o kadar soğuk geçerdi ki yaz ayı bile olsa üşürdü insan. Çünkü soğuk geçen gece; insanın bedenini değil, içini soğuktan yakardı. Sarıldığımız yorganlar, giyindiğimiz kalın ve kat kat kıyafetler işe yaramazdı. Çünkü o insanları ısıtacak tek şey sıcak kollar ya da saçlarını okşayan sevgi dolu bir eldi.Bazen bir hiçlikte olduğumu düşünürdüm bazense o hiçliğin ben olduğunu. Bazen her şey yolunda derdim bazen kimse duymasın diye yüzümü yastığa gömer ağlardım. Bu 1 yılda çok şey değişip çok şey öğrendim ama hala kim olduğum konusunda çok fazla kaygılarım vardı.
Gitmek istiyordum; aileme, arkadaşlarıma dönmek istiyordum. Hyunjin'den kaçmak, Seungmin'e sığınmak, Jisung ile eğlenmek istiyordum. Chan'ın yine beni yakalayıp Hyunjin'e inat bırakmasını istiyordum Ama en çok da, şu an annemin gelip saçlarımı okşamasını ve beni sevdiğini söylemesini istiyordum.
Bunlar sadece istemekle kalacaktı Çünkü geri dönemezdim, Onlardan ayrılmaya cesaret edebilmişken hiçbir şey olmamış gibi yanlarına gidemezdim. Hyunjin ve Felix birlikte mutluyken aralarına girip onları üzemezdim. Tanrı tarafından bana bir şans verilmişti; Farklı bir bedende farklı birisi olarak tekrar başlamıştım hayatıma. Ben artık Yongbok değil, Aaron'dum. Burada geçen 1 yıl da kabullenebildiğim en zor gerçekti bu.
"Aaron?" Gelen sesle irkilerek kendime gelirken yanan sobadan bakışlarımı çekip yanıma gelen Bayan Minji'ye çevirdim. Ona hala anne diyemiyordum ve diyebileceğimi de sanmıyorum. Evet, ben Aaron'dum ama Ailem her zaman Lee ailesi olacaktı.
Bayan Minji gülümseyip elindeki tepsiyi önüme bırakırken sıcak yemeklere baktım. Bayan Minji tek başına yaşayan gelir durumu kötü olan birisiydi. Boşandığı eşi, yani hastanedeki adam ise gayet başarılı bir iş adamıydı. İlk başlarda tedavim yüzünden Bay Smith'de kalsam da burasının daha sıcak ve huzurlu olduğunu fark ederek orada kalmayı bırakmıştım. Zengin kıyafetler, yüksek kalite de yemekler, koskocaman oda ve peşimde koşan korumalarla hizmetliler beni fazlasıyla bunaltmıştı.
"Neden zahmet ettin?" Sessizce mırıldanıp omuzlarımdaki battaniyeye sarılmayı bırakırken yanıma oturup saçımı okşadı.
"Akşam yemeğini düzgün yemedin. Hala diyet mi yapıyorsun?" ellerim yumruk olurken bakışlarım odayı hafif bir kızıla boyayan sobaya döndü. Annemi özlemiştim.. Yanan gözlerimi her zamanki gibi saçlarımla kapatırken başımı iki yana salladım ve sadece yanan odunların huzurlu sesini bozmak istemeyerek sessizce mırıldandım.
"Sayılmaz.. İstediğim kiloya indim." dudaklarımı birbirine bastırırken uzanıp tepsiden kaşığı aldım ve sıcak çorbayı karıştırırken ailemi düşünmemeye çalışarak gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım.
Bunca zaman sırf düşünmemek için çok fazla çalışmıştım. Birkaç ayım hastanede tedavi sürecimde geçti. Malazca bilmediğim için doktor sonradan öğrenilen dilin unutulabileceğini söyleyerek hafızamı geri getirmeye çalışmıştı ama çokta bir işe yaramamıştı. Sonuçta ben dili unutmamıştım hiç bilmiyordum. Ardından Bay Smith'in saray yavrusu denilen evinde kalmış, takıntılı olduğum için saatlerce spor ve bakım yapmıştım. 95 kilodan 64 kiloya inmiş, berbat duran cildimi bebeksi bir hale getirmiştim.
Her zaman zayıf ve zariflik benim takıntım olmuştu fakat bunu birilerine güzel görünmek için değil kendime güzel görünmek için yapardım. Kendimi güzel bulmak beni güçlendiriyordu fakat hiç beklemediğim bir şey fark etmiştim değiştikçe. Eski bize benziyordum. Yongbok'a benziyordum. Çillerim, kalın dudaklarım, gözlerim her şeyim aynıydı. Sadece göz rengim kehribar, boyum birkaç santim kısa ve sesim Felix'e göre biraz daha inceydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
False Kings in the heart/ CHANBOK -ARA VERİLDİ-
FanfictionGlances serisinin 3. Kitabıdır. Kalbe birden çok kişi girip çıkabilirdi, birden çok kişiye aşık olabilirdik. Burada önemli olan şey, kalbindeki tahta oturan kişiydi. Sonradan girip de çıkmayan, seni özgür bırakan ve verdiğin kalbi yaşatan kişiydi. ...